Tesettür ve Cilbab

Giriş

İnsanların akın akın cehenneme sürüklendiği bir asırda yaşadığımız halde bizlere cennet yolunu gösteren ve o yolu kolaylaştıran Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. İnsanların dünyada da ahirette de ancak kendisine uymakla hidayet bulacakları sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya mahlûkat adedince salat ve selam olsun.

Örtünme, insanın fıtri bir ihtiyacıdır. Salim fıtrat sahibi olan insan, herhangi bir emir veya yasakla muhatap olmasa dahi çıplak durmaktan rahatsızlık duyar; örtünme ihtiyacı hisseder. Âdem (aleyhisselam) ile Havva validemiz cennette kendilerine yasaklanan yiyeceği tattıklarında çıplak kalmışlar ve alelacele bulabildikleri şeylerle örtünmeye çalışmışlardır.[1] Bu, örtünmenin fıtri bir mesele olduğunun delilidir. Fıtratı salim olan, Şeytan iğvalarıyla nefsi aklına galip gelmemiş olan insan, çıplaklıktan rahatsızlık duyar ve örtünür.

Fıtri bir ihtiyaç olan tesettürün sınırını ise Allah (celle celalühü) belirlemiş; gerek ayet-i kerimeler gerekse Peygamberinin dilinden hadis-i şeriflerle bizlere bildirmiştir. İlah olarak Allah’ı (celle celalühü), Peygamber olarak Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem) kabul eden Müslümanların, hayatlarının her alanında olması gerektiği gibi kılık-kıyafet ve örtünme meselelerinde de onların emir ve yasaklarına uymaları lazımdır. Zira “Benim Rabbim Allah’tır.” demek, “Beni yaratan, yaşatan, yediren, içiren Allah’tır.” demenin yanında, “Benim hayatımı, sözlerimi, fiillerimi ve tavırlarımı tanzim eden de Allah’tır.” demektir. Binaenaleyh, Allah’ı ilah olarak kabul edip, emirlerini ve yasaklarını kabul etmemek mümkün değildir.

Tesettürle Alakalı Emirler

İslam’ın örtünme ile alakalı emirleri kadınlar gibi erkekleri de kapsamaktadır. Ancak erkeğin vücudunda örtmesi gereken alan (göbek deliği ile diz kapağı arası) daha az olduğundan ve insanlar genel olarak buna riayet ettiğinden örtünme konusu daha çok kadın öznesinde gündeme gelmektedir. El, yüz ve ayakların dışında, kadınının tüm vücudunun yabancılara karşı örtünmesi gerektiği hususunda icma vardır. Allah (celle celalühü) Kur’an-ı Hâkim’de şöyle buyurmaktadır:

İmanlı kadınlara da de ki, gözlerini (erkeklerin ve kadınların avret yerlerine bakmaktan) yumsunlar ve tenâsül uzuvlarını (zinadan ve şehvetle birbirine sürtünmeden) korusunlar. (Örf ve âdete göre, zorunlu olarak) kendilerinden görünen (yüzler, ayaklar ve el)ler dışında ziynet (mahalleri olan vücutlarının diğer yer)lerini meydana çıkarmasınlar. Örtülerini başlarından doğru, yakaları üzere (gerdanlarını, göğüslerini ve tüm vücutlarını kapatacak ve şekil belli etmeyecek bir halde) atsınlar! (Gizlemeleri gereken) ziynet (yer)lerini (hiçbir kimseye) açmasınlar. Ancak kocalarına, babalarına, kocalarının babalarına, oğullarına, kocalarının (başka hanımlarından olan) oğullarına, erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kendi(leri gibi imanlı ve hür) kadınlarına, (kâfir de olsalar câriyelerden) sağ ellerinin mâlik bulunduklarına, (kadını erkekten ayıramayacak derecede bunak veya ahmak) erkeklerden (kadınla cinsel ilişkiye karşı) ihtiyaç sahibi olmadıkları halde (sadece arta kalan yemekler için) peşe takılanlara, kadınların avret (yer)lerinden haberleri olmaya(cak kadar küçük ola)n o çocuklara (açıvermeleri) müstesnâ! (Halhal gibi) gizlemekte oldukları o ziynetleri bilinsin (de, kendilerine meyledilsin) diye ayaklarıyla da (yere) vurmasınlar![2]

Bir keresinde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Aişe (radıyallahu anha) ile otururken Ebubekir (radıyallahu anh)’ın kızı Esma üzerinde ince bir elbise ile yanlarına girdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzünü çevirdi ve yüzü ile ellerini işaret ederek: “Ey Esma! Bir kız büluğ çağına ulaştığında onun şurası ve şurası hariç görülmesi doğru olmaz.” buyurdu.[3] Bu, kadın için tesettürün asgari sınırıdır. Tesettürün kemali ise Allah’ın (celle celalühü), “Ey Nebî, hanımlarına, kız çocuklarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle; cilbâblarını (çarşaflarını) başlarından aşağı (topuklarına kadar) sarkıtsınlar.[4] ayet-i kerimesinde emretmiş olduğu cilbab yani çarşaftır. Peygamberimizin hanımlarından Ümmü Habibe (radıyallahu anha) diyor ki: “Çarşaf ayetinin indiği günün sabahı, Medine sokakları siyah kargalar gibi oldu.[5] Yani sahabe-i kiramın hanımları, üzerlerini tamamen kapatacak şekilde siyah kıyafetlere büründüler ki, bunun çarşaf olduğu izahtan varestedir. Fukahanın tesettür için belirttiği şartlar da, tam bir tesettürün ancak çarşaf ile sağlanabileceğinin delilidir. Fukaha, tesettür için şu özellikleri şart koşmuşlardır: Bedenin tamamını örtmesi; haddi zatında zînet (süs için giyilen) olmaması; dar olmaması; uzvun hacmini belli etmemesi; açık renkli olmaması; kokulu olmaması; kâfirlerin elbisesine benzememesi; karşıt cinsin elbisesine benzememesi… 

Efendi Hazretlerimizin Tesettüre Dair Beyanları

“Efendi Hazretlerimiz (kuddise sirruhu)’nun ömrü, çarşafı anlatmakla geçti.” desek, yanlış konuşmuş olmayız. Ömrü boyunca, gerek sohbet meclislerinde gerek özel sohbetlerde çarşaf hakkında ifade etmiş olduğu sözlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

“Bir çarşaflı bana bütün dünya dolusu insandan daha kıymetlidir. Bir sakallı da öyledir.”

“Çarşaf giymek mühimdir, her ne şey ki mühimdir, düşmanı çoktur.”

“Şalvar giymekten utanırsınız, sakal, cübbe, çarşaf, uzun entari. Sen bunları giymekle “Bakın İslam kıyafeti budur, ben Müslümanım, benim sağlığımda İslamiyet’e kimse yan bakamaz.” demek istiyorsun.”

“Çarşaf giyen Müslüman kadını, çarşafının kıymetini bilmeye devam ettikçe, cihan ona dokunamaz.”

“Eğer içi-dışı çarşaflılar, sakallılar olmasaydı, Türkiye Bosna-Hersek gibi olmuştu. İçi-dışı çarşaflı demek, yakışmayan işi yapmayan demektir.”

“Yuşa (aleyhisselam) buyurdu ki: “Şu sakallı gençler olmasa ve şu çarşaflılar olmasa, Türkiye tam Bosna-Hersek gibi olmuştu. Bosna-Hersek P.K.K.’nın biraz daha fazlası.”

“Çarşaf giyen şöyle demiş oluyor: “Ya Rabbi, senin hatırın için şerefimi, nefsimi ayaklar altına aldım.” Allah (celle celalühü) “O zaman ben seni yükselteceğim ey kulum.” diyor.”

“Çarşafı çıkarmak, insanın canlı canlı postunu soymaktan daha ağır gelmelidir.”

“Tekkemizi gâvurlara kaptırıyoruz, nasıl? Gâvur gibi yaşayarak, onların peşinden giderek.”

Tesettürün Hikmetleri

İslam dininde kadın, hor bakıştan, kötü gözden muhafaza edilmesi gereken, kıymetli bir inci gibidir. Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye, kadına gizliliği, ulaşılamayacak yerde olmayı emreden naslarla doludur. Allah (celle celalühü), namuslarından asla şüphe edilmeyecek olan Peygamber hanımları hakkında, cennetle müjdelenmiş olan sahabe-i kirama, “… Peygamber’in hanımlarından bir şey istediğiniz vakit, hicab (örtü) arkasından isteyin. Böylesi hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha nezihtir…[6] buyurmuşken; çocuklara taciz edildiği; insanların, yakın akrabalarına namussuzluk yaptığı böyle bir dönemde, özgürlük sloganları arkasına saklanarak açık-saçıklığı savunmak ahmaklıktır. Bunların yanında, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, “Hangi bir kadın koku sürünür de bir kavmin yanına varır ve onlar da onun kokusunu alırlarsa, o zina yapmıştır.”[7] kavli de dikkate alındığında, İslam’ın emretmiş olduğu tesettürle günümüzdeki tesettür anlayışının asla bağdaşmadığı ortaya çıkmaktadır.

Kadın, ihtiyacı yokken, insanların arasına karışmayarak onlardan gizlenmeli, ihtiyaç halinde ise Allah’ın emrettiği tesettürünü muhafaza ederek insanlardan gizlenmelidir. Asrımızda Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, tesettür hususunda mütesahil davrananlara Cenab-ı Allah’ın şu kavli hatırlatılmalıdır: (Ey Peygamber hanımları ve onlara iyilikle uymaya çalışan Müslüman hanımlar!) Evlerinize yerleşin ve önceki cahiliye dönemlerinde olduğu gibi süslerinizi gösterip dikkat çekecek şekilde yürümeyin.”[8]

Tesettüre Riayet Etmeyenleri Bekleyen Tehlikeler

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ahir zamanda Müslüman oldukları halde tesettüre hakkıyla riayet etmeyen insanların türeyeceğini haber vermiş ve bunların akıbetlerine dair şu malumatları ifade buyurmuştur:

“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığırkuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen; öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar, Cennetʼe giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesafeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.”[9]

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmaktadır: “Hangi bir kadın kokusu etrafa yayılır halde mescide gitmek için dışarıya çıkarsa, evine dönüp gusledinceye dek, Allah ondan namazı kabul etmez.[10] Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde kadınlar dinlerini öğrenmek için mescide gider; ders alırlardı. Aradan yıllar geçtikten sonra Hz. Aişe validemiz, kadınların hal ve tavırlarındaki değişikliği görmüş ve şöyle buyurmuştur: “Şayet Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kadınların kendisinden sonra düşmüş oldukları duruma yetiş(ip bu durumu gör)seydi, elbette onları Beni İsrail’in kadınlarının men olundukları gibi (mescitlere) gitmekten men ederdi.” Kadınların içine düşmüş oldukları bozulmanın ve İslam’ın, kadının cemiyet içerisindeki durumuna bakışının anlaşılması noktasında bu söz çok önemlidir.

Cemiyeti ihya edecek olan da, ifsat edecek olan da kadındır. Kadınların, İslam’ın değerlerine uyarak hayatlarını idame ettirdikleri memleketlerin hidayet beşiği olacağı; heva ve heveslerine göre, Şeytan’ın kendilerine fısıldadığı hayatı yaşadıkları memleketlerin de dalalet bataklıklarına saplanacağı inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Bozukluğu, sadece kendisi için değil, tüm cemiyet için de zararlı olan kadınlar hakkında Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in birçok uyarıları ve ihtarları kitaplarda mevcuttur.

Cenab-ı Allah’tan niyazımız, kadınıyla, erkeğiyle, küçüğüyle, büyüğüyle cemiyetimizi, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cemiyeti olan Asr-ı Saadet’e benzetmesidir.


[1] Araf Sûresi, 21

[2] Nur Sûresi, 31

[3] Ebû Dâvud, No: 4104

[4] Ahzap Sûresi, 59

[5] Ebu Davud, Hadis No: 4101

[6] Ahzab Sûresi, 53

[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, No: 19711

[8] Ahzab Sûresi, 33

[9] Müslim, Cennet, 52

[10] Beyhaki, es-Sünenu’l-Kübrâ, No: 6186

Hakkında Mustafa Şekerci

Mustafa Şekerci, 1992 yılında İnebolu’da dünyaya geldi. Eğitim hayatına başlamadan ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. Lisenin son yıllarında Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Hazretleri (kuddise sirruhu) ile tanıştı ve ona intisap etti. Marmara Üniversitesi Matematik bölümünde kısa süre bulunduktan sonra üniversiteyi bırakıp medrese tahsiline başladı. Beş yıllık temel İslamî eğitimin ardından tekâmül medresesinde eğitim gördü ve icazet aldı. Bu süre içerisinde İstanbul Üniversitesi İlahiyat bölümünü bitirdi. Tekâmül eğitiminden sonra İsmailağa Dergisi bünyesinde editörlük ve yayın kurulu üyeliği vazifeleri yaptı. 2018 yılında kurulan Alem-i İslam İlim ve Hizmet Derneği‘nin kuruluşunda, kurucu başkan olarak yer aldı. Halen dernek başkanı olan Mustafa Şekerci, Alem-i İslam Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Türkiye’nin ilk ve tek hadis hafızlığı medresesinde müderrislik yapmaktadır. Bunun yanında 2020 yılında, Dini Soruların Cevap Kapısı sloganıyla kurulan Meşihat sitesinin genel yayın yönetmenliğini yapan Mustafa Şekerci‘nin ilmî ve fıkhî yazıları Meşihat sitesinde yayınlanmaktadır.

Ayrıca Bakınız

Kurban kesmek farz mı? Kurban kesmek vacip mi?

Nasuh tövbe ne demektir? Şartları nelerdir?

Nasuh tövbeyi Ebu’s-Suud Efendi tefsirinde şöyle tarif eder: “Nasuh olmak tövbenin değil, tövbe edenin vasfıdır. Tövbe eden kimse bu tövbesiyle sürekli kendisine nasihat eder ve böylece kendini düzeltir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir