Kur’ân Tefsirinin İlk Kaynakları

Her şeyin ilki ve sonu önemlidir. Ve tarih, her zaman için ilkleri ve sonları yazar, kaydeder ve hatırlatır. Biz de bu yazıda tefsirin ilklerini; kaynaklarını ele alacağız. Her ilmin temel kaynakları ve ana şahsiyetleri bulunduğu gibi tefsir ilminin de kaynakları ve ana şahsiyetleri vardır. Daha da ötesi tefsir faaliyetinin İslami ilimlerden sayılabilmesi bunu gerektirir. Yoksa kaynağı vahye dayanmayan ilimlerin, İslami ilimler arasında zikredilmesi mümkün değildir. Konuya “tefsirin ilk kaynakları” deyince ne anlaşılması gerektiğiyle başlayalım:

Tefsirin İlk Kaynağı Olarak Hz. Peygamber ﷺ

Bilindiği üzere tefsir; Kur’ân-ı Kerîm’in manalarının açıklanması ve/veya Allah’ın ﷻ muradının tespiti demektir. Başka bir deyişle Kur’ân’ı anlamak yani Din-i Mübin İslam’ı anlamak demektir. Kaynak kelimesi de asıl kullanımı açısından, bir suyun çıktığı yer ve memba anlamındadır. Durum böyle olunca, aslına bakılırsa tefsir ve kaynaklarından bahsetmek bizi çok geriye; doğrudan vahyi alan Peygamber Efendimiz’e ﷺ götürmektedir. Çünkü Kur’ân’ı, dolayısıyla dini en iyi anlayan kişi O’dur ﷺ.

Bu sebeple tefsir faaliyetlerinde Peygamber Efendimiz’in ﷺ açıklamalarına fazlasıyla ehemmiyet gösterilmiştir. Nitekim Peygamberimiz’in ﷺ bir ayet hakkında yaptığı açıklama hiç şüphesiz doğrudan Allah’ın ﷻ muradını açıklamaktır. Bundan dolayı da tefsir usulünde şöyle bir kaide oluşmuştur: Bir ayet-i kerîme hakkında Hz. Peygamberin ﷺ bir açıklaması varsa mutlaka o alınmalı ve üzerine söz söylenmemelidir. Somut bir misalle konuyu açmamız mümkündür. Misalen Fâtiha suresinin son ayetinde zikredilen “nimet verdiklerinin yolu üzerine; gazap ettiklerinin ve sapıtanların yoluna değil”[1]kısmında yer alan gazap edilen ve sapıtanlar hakkında Peygamberimiz’in ﷺ beyanı vardır. Hz. Peygamber ﷺ, gazap edilenlerin Yahudiler, sapıtanların ise Hıristiyanlar olduğunu beyan eder. Bu açıklama üzerine artık Allah’ın ﷻ bu gruplardan kastı nedir diye akıl yürütmenin ve fikir beyan etmenin önü kesilmiştir. Yani sözgelimi bu ayetteki gruplardan kastedilenin, Peygamberimizin açıklamasını görmezden gelerek, tüm kafirler olduğunu beyan etmek hatalı olmaktadır.[2]

Bu kısımdan anlaşılan, tefsirin en eski, en sağlam ve ilk kaynağı, Hz. Peygamber’in ﷺ ayet hakkında yaptığı açıklamalarıdır. Eğer ayet hakkında Peygamberimiz’in ﷺ bir beyanı mevcutsa mutlaka bu beyanın kullanılması ve tercih edilmesi gereklidir. Ancak bu durum her ayet için mümkün olmayabiliyor. Nitekim Hz. Peygamber’in ﷺ Kur’ân tefsiri niteliğindeki kavilleri oldukça kısıtlıdır. Bu kaviller, 2.475 rivayetle bütün tefsir rivayetlerinin sadece %4’ünü oluşturmaktadır.[3] Bu durumda karşımıza ikinci kaynak olarak, vahyin kendisine indiği zattan yani Hz. Peygamber’den ﷺ sonra, nüzul ortamına ve vahye şahit olup onu tecrübe eden Ashabı (radıyallahu anhum) çıkmaktadır.

Tefsirin İlk Kaynakları Arasında Sahabenin Yeri

Sahabe Efendilerimiz (radıyallahu anhum), Kur’ân’ı anlamaya ve onunla amel etmeye oldukça heveslilerdi. Bu isteklerinin yanı sıra halihazırda zaten birçok ayetin inişine de şahit olmuşlardır. Vahyin inişine şahit olmayanlar ise ya Peygamberimiz ﷺ vasıtasıyla ya da diğer Sahabilere sorarak vahiyden her daim haberdar oluyorlardı. Bu durum, Sahabeye Kur’ân’ı en iyi anlayanlar vasfını kazandırmayı da beraberinde getirmiştir. Nitekim Sahabenin Kur’ân’ı gerektiği gibi anladığını, onların Hz. Peygamber’e ﷺ, Kur’ân hakkında ne kadar az soru sorduklarından ve Hz. Peygamber’in ﷺ de bu sebeple oldukça az açıklama yapmasından anlamaktayız.

Hal böyle olunca hem bulundukları ortam ve zaman itibariyle hem de Resûlullah’tan ﷺ öğrenmek suretiyle Kur’ân’ı en iyi anlayan kişiler Sahabiler (radıyallahu anhum) olmuştur. Sahabenin tamamı aynı derecede Kur’ân’ı anlamasa da tefsirle aynı ölçüde meşgul olmasalar da İbn Abbâs, İbn Mesûd ve Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahu anhum) gibileri bu hususta şöhret bulan sahabeler arasındadır. Sahabenin hepsinin Kur’ân’ı farklı derecelerde anladıklarını ve bazılarının da bu konuda mahir olduğunu şu hadiseden anlayabiliriz: Bir keresinde Sahabenin yaşlılarının bulunduğu bir meclise Hz. İbn Abbâs (radıyallahu anhuma) gelir. Meclistekiler, yaşının küçük olmasından dolayı onu o meclise getiren Hz. Ömer’e (radıyallahu anh) bir nebze sitem ederler. Bunun üzerine Hz. Ömer, İbn Abbâs’ın faziletine ve ilmine dikkat çekerek meclis ehline Nasr suresinin manasından sorar. Oradakiler: Allah’ın Mekke’nin fethini müjdelediğini söyler. Aynı soruya Hz. İbn Abbâs’dan da cevap ister ve o, bu surenin Peygamber Efendimiz’in ﷺ vefat haberi olduğunu söyler. Bu cevabı alan Hz. Ömer, vallahi benim bildiğim de bundan farklı değildir şeklinde ilave eder.[4]

Anlatılan hadise bize, hem Sahabenin (radıyallahu anhum) farklı derecelerde Kur’ân’a vakıf olduklarını verir; hem de Kur’ân’ın bazı manalarının sonradan akıl yürütmeyle değil bizzat Hz. İbn Abbâs (radıyallahu anhuma) gibi Sahabilerin bize getirdikleri nakiller doğrultusunda anlaşılacağı gerçeğini verir.

Tabiîn ve Tebe-i Tâbiîn’in (rahimehumullah) Tefsirdeki Yeri

Tâbiîn’in ve Tebe-i Tâbiîn’in (rahimehumullah) tefsire kaynaklık etmesindeki en önemli sebep, onların görüş ve tefsir faaliyetlerinin birçoğunun Sahabe Efendilerimiz’e (radıyallahu anhum) dayanması ve nüzul dönemine olan yakınlıklarıdır. Ayrıca Peygamberimiz’in ﷺ, “En hayırlı asır benim bulunduğum asırdır. Sonra bu asrın peşine gelen asır, sonra da bu asrın peşine gelen asırdır…[5] şeklindeki hadisidir. Ayrıca Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn’in tefsir faaliyeti, Sahabeninkinden farklı değildir; aynı minvalde ve aynı metotlar doğrultusunda Kur’ân’ı tefsir etmişlerdir. Ve yine lügat ilimlerinin son derece yaygın olduğu bir dönemde bulunmaları, onları tefsirin ilk kaynakları arasında bulmamıza vesile oluyor.

Sonuç

Kur’ân tefsirinin ilk kaynaklarını incelediğimiz bu satırlarda şunu belirtmek gerekir ki bu kaynaklardan farklı; lügat ve İsrâiliyat gibi kaynaklar da bulunmaktadır. Ancak bu kaynakları da kullananlara bakılırsa yine karşımızda Selef-i Sâlihîn dediğimiz Sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn çıkacaktır. Buradan da anlaşılacağı üzere “ilk” kaynaklardan söz edilecekse sırasıyla temas ettiğimiz ilk üç asrın müfessirlerini ve onların tefsir faaliyetlerini saymak doğru olacaktır. Her ne kadar lügat ve benzeri diğer tefsir kaynakları, tefsir faaliyeti için salt malzemeyi oluştursa da bunlar ham malzemedir ve işlenmesi gerekecektir. Bu malzemeyi ilk olarak işleyip, kimilerinin de eser telif ettiği, Selef-i Sâlihîn’i ilk kaynak diye isimlendirmek gerekmektedir.

Aynı zamanda tefsir okumalarında ve tefsir faaliyetlerinde kaynak olarak zikredilmesi gereken kitap ve kişiler de Kur’ân’ı açıklamak maksadıyla söz etmiş olan Selef-i Sâlihîn’in ya bizzat kendileri ya da telif ettiği eserleri olmalıdır. Daha açık bir ifadeyle, mesela hicri 710 vefatlı Ebu’l-Berekât en-Nesefî’nin tefsirindeki bir bilgiden istifade edildiyse bu bilginin kaynağı İmam Nesefî değil, belki o bilgiyi/görüşü/tefsiri ilk söyleyen Sahabi, Tâbiî ve Tâbî-i tâbiîn’dir. Dolayısıyla “Nesefî şöyle dedi” yerine “Hz. İbn Abbâs (radıyallahu anhuma) şöyle dedi”, “Tâbiînden Hz. Katâde (rahimehullah) şunu dedi” veya “Tebe-i tâbiînden İkrime (rahimehullah) şöyle aktardı” demek daha doğru olacaktır. Doğrusunu Allah bilir.

[1] Fâtiha, (7).

[2] Müsâid b. Süleyman et-Tayyâr, el-Müyesser fî Usûli’t-Tefsîr, Dâru Vakfi Edvâi’ş-Şâtibiyye, Cidde, 29.

[3] Müsâid b. Süleyman et-Tayyâr (ed.), Mevsûatu’t-Tefsîri’l-Me’sûr, Dâru İbn Hazm, Cidde, I/421.

[4] İsmail b. Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Muhammed Enes Mustafa el-Hann, Müessesetü’r-Risâleti’n-Nâşirûn, Beyrut, IV/860-863.

[5] Süyûtî, Cemu’l-Cevâmi’, (13862).

Hakkında Avni Kıyak

Ayrıca Bakınız

Secde Ayetleri, Tilavet Secdesi Gerektiren Ayetler, 14 Secdeler, Secde Ayetlerinin Tamamı, Secde Ayetleri Nerede?

Secde Ayetleri | Tilavet Secdesi Gerektiren Ayetler

Tilavet secdesi, okunan secde ayetinin peşi sıra Allah’ı tazim etmek için eda edilen ve Hanefi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir