Mecelle’nin İlk 100 Maddesi – Kavâid-i Külliye

BİRİNCİ BÖLÜM

Fıkhın tarifi, fıkhi meselelerin dallarının beyanı ve Mecelle hakkında malumatlar.

1- Fıkıh, dinin, tafsili delillerden çıkarılan, amel konularındaki hükümlerini bilmektir.

Mecelle | 1. Madde

Fıkıh, dinin, tafsili delillerden çıkarılan, amel konularındaki hükümlerini bilmektir.

Fıkhi meseleler ya ahiret işleriyle alakalı olur ki bunlar ibadetlerdir. Ya da dünya ile alakalı hükümlerden ibaret olur ki bunlar da nikâh, muamele ve ceza bölümlerine ayrılır.

Allah Teâlâ dilediği vakte kadar bu dünyanın devam etmesini murad etmiştir. Bu da ancak insan türünün devamıyla olur. İnsan neslinin devamı da çocukları vasıtasıyla nesillerini devam ettirmeleri için erkeklerin kadınlarla evlenmeleriyle mümkündür.

Bir de insan türünün devamı şahısların mevcudiyeti ile mümkündür. İnsan ise belirli şartlarda yaşamaya elverişli olan yaratılışı sebebiyle hayatta kalmak için gıda, kıyafet ve barınak gibi insan gücü gerektiren şeylere muhtaçtır. Bu da ancak fertler arasında yardımlaşma ve ortaklık ile mümkün olur. Kısacası insan, sosyal bir varlık olarak yaratıldığından, hayat sahasını genişletmek için yardımlaşmaya ve ortaklıklara muhtaçtır, diğer mahlûklar gibi yalnız yaşaması mümkün değildir.

Hâlbuki her insan, işine yarayan şeyi sever; kendisine zararı dokunan şeyi ise istemez. Bu sebeple insanlar arasındaki adaletin ve nizamın devamı ve bozukluktan korunması, din tarafından teyit edilmiş kanunlara muhtaçtır. Evlilik konusundaki kanunlar, fıkıh ilminde nikâh bölümünde incelenir. Yardımlaşma ve ortaklık gibi insanların kendisiyle sosyalleştiği müesseseler de fıkıh ilminde muameleler bölümünde incelenir. Sosyalleşmenin istikrarını sağlamak adına tertip edilen cezalara ait hükümler de cezalar bölümünde incelenir.

Bu Mecelle’de, insanlar arasında cereyan eden durumların incelendiği muameleler bölümünün çok karşılaşılan konuları, kitap, bab ve fasıl gibi başlıklara ayrılarak muteber kitaplardan bir araya toplanmaya başladı. İşte mahkemelerde kendisiyle amel olunacak ferî meseleler aşağıda geleceği gibi bablarda ve fasıllarda zikrolunacak meselelerdir.

Şu da var ki: Meselelere tüm derinlikleriyle vakıf olan muhakkik âlimler, fıkhi meseleleri birtakım genel kurallara bağlamışlardır ki, bu kuralların her biri feri meselelerin çözümünde delil olarak kabul edilmiştir. Evvela bu genel kaidelerin anlaşılması, feri meseleleri anlamaya imkân verir ve fıkhi meselelerin çözüm yöntemlerinin zihinlerde yerleşmesini sağlar. Bundan dolayı maksut olan feri meselelere girmeden önce esasa dair 99 fıkıh kaidesi ikinci makale başlığı altında beyan edilmiştir. Tek tek incelendiklerinde her ne kadar bu genel kaidelerin istisnaları bulunsa da, kaideler birbirleri ile tahsis ve takyit edildiğinden bu durum, umumi olarak geçerli olmalarına zarar vermez.

İKİNCİ BÖLÜM

Temel fıkhi kaidelerin beyanı hakkındadır.

2- Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.

Mecelle | 2. Madde

Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.

Bir iş üzerine terettüp edecek hüküm, o işten maksat ne ise ona göre olur. Bu kaide, “Ameller niyetlere göredir.[1] hadis-i şerifinin hükmüdür.

Bu kaidedeki “iş” ten maksat, azalar ile yapılan işler olduğundan fiillere de sözlere de şamildir. Mesela “Alırım, satarım.” gibi müstakbel kelimelerle hal yani “Aldım, sattım.” kastedilirse alışveriş geçerli olur. Zira itibar maksadadır.

Aynı şekilde hata ile adam öldüren kimseye kısas uygulanmaz. Zira hatayla öldürmede itlaf (telef etme) kastı bulunmamaktadır.

Bir avcı bir yere ağ assa ve ağa av takılsa bakılır: Şayet avcı ağı kuruması için asmışsa, av ona ilk ulaşanındır. Şayet avlanmak kastıyla astıysa av avcınındır; başkası onu alırsa gasp etmiş olur.

Kast, batıni işlerdendir. Bu sebeple harici bir delil ile ortaya çıkar. Mesela bir mal bulan kişi bunu ilan etse ve buna şahit tutsa bunlar sahibine teslim etme kastının delilleri olur. Buna binaen, sahibi bulunmadan bu mal bulan kişinin elinde zayi olsa tazmin etmesi gerekmez.

Amel kabilinden olan şeyler, fiil ile beraber olmadıkça sadece kast ile sabit olmaz. Kişinin kalben eşini boşamaya niyet etmesi gibi. Lakin terk kabilinden olan şeyler, yalnız kast ile de sabit olur. Kişinin diliyle söylemese de kalbiyle küfre niyet ettiğinde kâfir olması gibi.

Bu kaidenin bazı istisnaları vardır. Mesela Ahmet, Bekir’in malını şaka niyetiyle alsa bu fiil gasp olarak değerlendirilir. Binaenaleyh şayet Ahmet’e teslim etmeden mal zayi olacak olsa tazmin etmesi gerekir. Gasp niyetiyle almamış olması hükmü değiştirmez.

[1] Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1.

3- Ukudda itibar; makâsıd ve maaniyedir, elfaz ve mebâniye değildir.

Mecelle | 3. Madde

Ukudda itibar; makâsıd ve maaniyedir, elfaz ve mebâniye değildir.

 Akitlerde sözlere değil, sözlerle kastedilen manalara itibar edilir. Bu sebeple, bey bi’l-vefa[1] her ne kadar “aldım, sattım” gibi alışveriş sözleriyle yapılsa da rehin akdi olarak kabul edilir.

Kişi, “Bu evi şu elbisen karşılığında sana hibe ettim.” dese, bu alışveriş olur; hibe olmaz.

Bu kaidenin bazı istisnaları vardır.

Kişi ödünç verme kastıyla, “Sana evimi ücretsiz olarak kiraya verdim.” dese her ne kadar maksadı ödünç vermekse de kiraladım sözü ödünç vermeye hamledilmez.

[1] Bedeli iade edildiğinde geri alınmak üzere bir malın satılmasını konu edinen satış akdi.

4- Şek ile yakîn zâil olmaz.

Mecelle | 4. Madde

Şek ile yakîn zâil olmaz.

Yakîn, bir şeyin gerçek olduğuna dair kalbin mutmain olmasıdır. Şek ise birden fazla ihtimal arasında kalbin tereddütlü olması, birine meyledememesidir. Diğer bir ifadeyle yakîn, kati bir delile dayanarak kalbin kesin kesin hüküm vermesidir. Şek ise iki ihtimalin de mümkün olmasıdır.

Bu maddenin manası şudur: Yakinen sabit olan hüküm, şüphe ile değişmez; ancak yakinen sabit olan başka bir delil ile değişir.

Misaller

I. Bir kimse, “Filan şahsa 1.000 lira borcum olduğunu zannediyorum.” dese bununla borç sabit olmaz.

II. Bir kimse, “Galiba falan şahıstan alacağım yok.” dese, daha sonra alacağı olduğuna dair delil getirebilir. Bu ifadesi ibra[1] sayılmaz.

III. Ahmet’in Mehmet’e 1.000 lira borcu olsa ve Ahmet borcunu ödediğine dair delil getirse, daha sonra Mehmet, Ahmet’ten 1.000 lira alacağı olduğuna dair delil getirse bu delil borç için yeterli değildir. Çünkü Mehmet’in bahsettiği 1.000 liranın Ahmet’in ödediği 1.000 lira olma ihtimali vardır. Dolayısıyla iddia edilen borcun Ahmet’in ödediği 1.000’den başka olduğuna dair delil getirilmesi gerekir. İhtimal ile borç sabit olamayacağından, Ahmet’in zimmetine borç yazılmaz.

IV. Müşteri aldığı malı ayıplı diye iade etmek istese, tüccarlar da iddia ettiği ayıbın ayıp olup olmadığında ihtilaf etseler malı iade edemez. Zira asıl olan malın ayıplı olmamasıdır ve iddia edilen ayıpta tüccarların ihtilaf etmesi iddiayı şüphe konumuna düşürmüştür.

[1] Bir kimsenin diğer bir kimsede olan alacak hakkından feragat etmesi anlamında fıkıh terimi.

5- Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.

Mecelle | 5. Madde

Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.

Bu bir istihsab meselesidir ki, zıttına delil olmadıkça sabit olan bir hükmün devamıyla hükmetmektir.

Misaller

ı. Borçlu kimse borcunu ödediğini iddia etse, alacaklı kişi de ödemediğini iddia etse söz yeminle beraber alacaklı kişinindir. Zira borç istishab ile sabittir.

ıı. Kaybolmuş, yaşadığı veya öldüğü bilinmeyen kimsenin malı evlatları arasında paylaştırılmaz. Zira öldüğüne delil yoktur, istishab ile yaşadığı sabittir.

İstishab ancak gayrın iddiasını reddetmek hususunda delil olur. Yoksa gayrı ilzam etmek için delil olmaz. Bu sebeple her ne kadar kayıp kişi ölü kabul edilip malı paylaştırılmıyorsa da, diri sayılıp kendisine kalacak mirasta hak sahibi olamaz.

Mesela ölen Hristiyan bir adamın Müslüman karısı, “Onun ölümünden sonra Müslüman oldum.” dese ve miras talep etse, diğer mirasçılar, “Hayır, ölümünden önce Müslüman oldun.” deseler söz varislerindir. Zira istishab gayrı ilzam edip hak iddia etmek hususunda delil sayılmaz.

6- Kadim, kıdemi üzere terk edilir.

Mecelle | 6. Madde

Kadim, kıdemi üzere terk edilir.

Bu ifadedeki kadim, evvelini bilen kimsenin bulunmadığı şeyleri ifade etmektedir. Meşru surette kadim olan şey, hilafına (aksine) delil getirilmedikçe hali üzere bırakılır. İnsanların başkalarına ait arazileri yol edinme, su giderleri ve evlere gelen suyolları bu kaide kapsamındadır.

Misal

I. Bir kimsenin evinin atık suları komşusunun arazisinden geçse şayet bu akıntı yeni meydana gelmemiş, evvelden beri süregelen bir akıntı ise komşusunun bunu engellemeye hakkı yoktur. Süregelen durum hali üzere devam eder.

Bu kaidenin de istisnaları vardır. İnsanların gelip geçtiği yol üzerinde insanlara zarar veren bir bataklık bulunsa bunun kıdemine (evvelden beri bulunmasına) itibar edilmez, izale edilir.

7- Zarar kadim olmaz.

Mecelle | 7. Madde

Zarar kadim olmaz.

İnsanlara zarar veren gayrimeşru surette yapılmış şeylerin kıdemine (evvelden beri bulunmasına) itibar olunmaz, zarar izale edilir (giderilir).

Misaller

I. Bir şahsın evinin gideri umum insanların kullandığı yola akacak olsa ve bu akıntı sebebiyle yoldan geçenler zarar görse akıntının kıdemine bakılmaz, izale edilir. Ancak başka bir şahsın mülkünden geçse yukarıda beyan edildiği üzere kıdeme itibar edilir. Zira şahıs o evi satın aldığında da bu hal üzere almış olması muhtemeldir.

II. İnsanların geçtiği yola çıkarılmış cumbaların[1] da kıdemine bakılmaz, umumun menfaati için zarar izale edilir.

[1] Eski Türk evlerindeki çıkıntılar.

8- Beraeti zimmet asıldır.

Mecelle | 8. Madde

Beraeti zimmet asıldır.

Asıl olan, insanların doğdukları vakitte olduğu gibi borçsuz ve mesuliyetsiz olmalarıdır. Bunun hilafını (aksini) iddia eden delil getirmek zorundadır.

Misaller

I. Bir kimse, birinin malını telef etse ve telef edilen miktarda ihtilaf çıksa telef eden kimsenin sözüne itibar edilir. Malı telef edilen kimsenin, iddia ettiği fazlalığı ispat etmesi gerekir.

II. Bir kimse “Falancanın bana şu kadar borcu var.” dese, aleyhine borç iddia edilen kişi de durumu reddetse borç iddia edenin delil getirmesi gerekir.

III. Bir kimse diğerine 1.000 lira vermiş olsa; parayı veren borç olduğunu, alan ise hibe olduğunu iddia etse parayı alan kimsenin sözüne itibar edilir. Parayı verenin borç olarak verdiğine delil getirmesi gerekir.

9- Sıfat-ı ârızada asıl olan ademdir.

Mecelle | 9. Madde

Sıfat-ı ârızada asıl olan ademdir.

Sıfatlar, sıfat-ı asliye ve sıfat-ı arıza olmak üzere iki kısımdır.

Sıfat-ı Asliye: Mevsufun[1] varlığıyla var olan, sonradan ortaya çıkmayan sıfatlardır. Sıhhat, selamet, hayat ve bekâret gibi.

Sıfat-ı Arıza: Asıl olarak mevsufta bulunmayan, sonradan ortaya çıkan sıfatlardır. Hastalık, kâr, ayıp gibi.

Mevsufta sonradan ortaya çıkan sıfatlarda asıl olan bu sıfatların mevcut olmamasıdır. Mevcut olduğunu iddia eden delil getirmekle mükellef olur.

Misaller

I. Salim olarak satılan bir hayvanın sıhhatinde ihtilaf çıksa söz yeminle beraber satıcının olur. Alıcı, hastalığa delil getirmek zorundadır.

II. Bir mudârebe[2] ortaklığında mal sahibi kar iddia etse söz parayı çalıştıran kimseye aittir. Mal sahibi, karı ispat etmek zorundadır. Zira sıfat-ı arızada (kâr gibi) asıl olan ademdir (olmamasıdır).

III. Bir mudârebe ortaklığında mal sahibi ve çalışan anapara hususunda ihtilaf etseler söz çalışanındır. Zira ziyade, sıfat-ı arızadandır.

IV. Bir kimse üzerine delille veya ikrarla borç sabit olsa ve ödediğini iddia etse söz sahibi alacaklıdır.

[1] Sıfatlanan şey.

[2] “Para benden, emek senden, kar ortak” şeklindeki bir ticaret akdi.

10- Bir zamanda sabit olan şeyin hilafına delil olmadıkça bekasıyla hükmolunur.

Mecelle | 10. Madde

Bir zamanda sabit olan şeyin hilafına delil olmadıkça bekasıyla hükmolunur.

Bu madde, beşinci maddede zikretmiş olduğumuz istishab kabilindendir.

Misal

I. Kişinin, belli bir zamanda bir malın sahibi olduğu sabit olsa, alışveriş, hibe gibi hilafına (aksine) delil olmadıkça o malın o kişiye ait olduğu kabul edilir. Zira sabit olan mülkün hilafına delil olmadıkça bekasıyla hükmedilir.

11- Bir emr-i hâdisin akrebi evkâtına izafeti asıldır.

Mecelle | 11. Madde

Bir Emr-İ Hâdisin (Sonradan Meydana Gelen İşin), Akrebi Evkâtına (En Yakın Zamanına) İzafeti Asıldır.

Meydana gelen bir işin sebebi ve meydana gelme zamanı hususunda ihtilaf çıksa, uzak vakitte cereyan ettiğine dair delil getirilmedikçe yakın vakte nispet edilir.

Misaller

I. Ölmüş olan bir kimse vefatından önce borcu olduğunu ikrar etse, ikrarın ölüm hastalığında mı sağlığında mı vuku bulduğu hususunda ihtilaf çıksa, sıhhatinde olduğuna dair delil getirilmediği müddetçe ölüm hastalığında vuku bulduğu kabul edilir.

Bu kaidenin istisnaları vardır.

Mesela: Bir kimse bir şeyi çocukluğunda ikrar ettiğini, lehine ikrar edilen kişi de buluğdan sonra ikrar ettiğini söylese söz yeminle beraber mukirrindir (ikrar eden kişinindir.) Hâlbuki buluğ vakti daha yakındır. Demek ki bu kaide, “Beraatı zimmet asıldır.” kaidesiyle kayıtlanmakta ve tahsis edilmektedir.

12- Kelamda asıl olan manâyı hakikattir.

Mecelle | 12. Madde

12- Kelamda Asıl Olan Manayı Hakikattir.

Hakikat, bir lafzı kendisi için vaz edilmiş olduğu şey (temel, gerçek anlam) için kullanmaktır. Görmeye yaran organa “göz”, insanın parmaklardan oluşan uzvuna “el” denilmesi gibi.

Mecaz ise bir lafzı kendisi için vaz edilmiş olduğu şeyin gayrı için kullanmaktır. Cesur adam için “aslan” denilmesi gibi.

Bir kelamda hakiki mananın kullanılmasına bir engel yoksa mecaz manaya gidilmez, hakiki manasının kastedildiği kabul edilir.

Misaller

I. Bir kimse “Bu mal evlatlarımındır.” dese şayet adamın çocuğu varsa mal çocuklarının olur. Torunları bu ifadeye dâhil olmaz. Ancak kendi çocuğu yoksa (hakiki mananın kullanılmasına engel varsa) oğlunun çocukları hak sahibi olurlar.

II. Bir kimse “Bu ev Ahmet’indir.” dese evin mülkiyetinin Ahmet’e ait olduğunu ikrar etmiş olur. Karinesi (hakiki manayı kast etmediğine dair bir delil) bulunmaksızın, “Bu evi değil de oturduğu evi kastettim.” demesinin bir anlamı yoktur.

13- Tasrih mukabilinde delalete itibar yoktur.

Mecelle | 13. Madde

13- Tasrih (Açık İfade) Mukabilinde (Karşılığında) Delalete İtibar Yoktur.

Bir mevzuda delalet ile sarahaten beyan bir arada bulunursa sarahaten beyan ile amel edilir. Zira delalet zayıf, sarahat güçlü bir delildir. Sarahatin bulunduğu yerde delalete itibar olunmaz.

Misaller

I. Markete giden bir kimse, raftan bir eşyayı alıp kasaya parasını koysa bu onun alışveriş yapmak istediğine delalet eder. Kasiyerde parayı alıp kasaya koysa delaleten bu akit tamamlanmış olur. Ancak açıkça elindeki ürünü satın almadığını söylese parayı bırakmasına itibar edilmez. Kasiyer parayı alamaz.

II. Ahmet bir mecliste Mehmet’e bir eşyayı hediye etse, Mehmet de o hediyeyi alsa Bu Mehmet’in hediyeyi kabul ettiğine delalet eder. Ancak Mehmet açıkça hediyeyi kabul etmediğini söyledikten sonra hediyeyi almasına itibar edilmez.

Delalet ile amel edildikten sonraki sarih ifadelerin hükmü yoktur. Bir kimse başkasına ait bir malı satsa, mal sahibi de ücreti talep etse bu delaleten satışa izin vermek kabul edilir. Bundan sonra satışa velev sarahaten de olsa izin vermeme hakkı yoktur.

14- Mevrid-i nasda içtihada mahal yoktur.

Mecelle | 14. Madde

14- Mevrid-i Nasda (Ayet veya Hadis Olan Yerde) İçtihada Ruhsat Yoktur.

İçtihat, fakih olan kimsenin, şeri bir hükmü ortaya koymak adına tüm gayretiyle çalışmasıdır. İçtihadın şartları: İslam, akıl, buluğ ve fakih olmaktır. Fakih, anlayışı kuvvetli; Arapça kaidelerine vakıf; ahkâm ile alakalı ayet-i kerime ve hadis-i şeriflere metin, senet, nâsih ve mensûh cihetlerinden muttali ve bunlar arasında kıyas yapabilecek dirayette olan kişidir. Bu saydığımız şartlar mutlak müçtehit için geçerlidir. Bir meselede müçtehit olup diğer meselede olmayan fakihler için, ilgilendiği hükümlerle alakalı saydığımız özelliklerde olması yeterlidir.

Hakkında apaçık delil bulunan şeri bir mesele üzerine içtihada müsaade yoktur. Zira içtihat, hakkında açık delil bulunmayan meseleler için geçerlidir.

Misaller

I. Zalimin ve zulmün engellenmesi hususunda şeriatta açık deliller vardır. Bunun hilafına içtihat söz konusu olamaz.

II. Şeriatta, kullar arasındaki muameleler için şahitliğin nisabı, iki erkek yahut bir erkek ve iki kadındır. Bunun hilafına içtihat edilemez.

15- Alâ hilâfilkıyas sabit olan şey, saire makisün aleyh olamaz.

Mecelle | 15. Madde

15- Alâ Hilâfilkıyas (Genel Kaideye Aykırı) Sabit Olan Şey, Saire (Başkasına) Makisün Aleyh Olamaz (Kıyas Edilemez).

Kıyas ve kaideye muhalif olarak, kitap, sünnet veya icmadan bir delil ile sabit ve caiz olan şeye, sair şeyler kıyas edilemez. Kıyasa muhalif vaki olan sübut ve cevaz, o meselelere özeldir.

Misaller

I. Mevcut olmayan şeyin satışı batıldır. Bu genel kaidedir. Selem ve kiralama akitleri bu genel kaidenin hilafına özel delillerle ve istihsanen (İstihsan ne demektir? Dipnot…) caizdir. Hâlbuki bunlar da olmayan şeyin satışı kabilinden akitlerdir. Kıyasa muhalif olarak caiz olan seleme kıyasla, seneye çıkacak olan hasadı satmaya cevaz verilemez.

16- İçtihad ile diğer içtihad nakz olunmaz.

17- Meşakkat teysiri celb eder.

Mecelle | 17. Madde

Meşakkat teysiri (kolaylığı) celb eder.

Zorluk, kolaylık sebebi olur.  Herhangi bir şekilde zorda, darda kalana kolaylaştırılmış, esnetilmiş hükümler uygulanır. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Azimüşşan’da şöyle buyurmaktadır: “Allah sizin için kolaylık istiyor, güçlük çekmenizi istemiyor.[1] Bu kaidenin aslı bu ayet-i kerimedir.

İslam fıkhındaki karz[2], havale[3] ve hacr[4] gibi meselelerde bu kaide geçerlidir. Fakihlerin, şeri hükümlerde beyan ettikleri ruhsatlar ve hafiflikler de bu asla dayanmaktadır.

İslam dininde ahkâmın hafiflemesinin yedi sebebi vardır: İkrah (bir işe mecbur bırakılmak), cehalet, zorluk, akılda eksiklik, sefer, hastalık ve unutmak. Hakkında kati deliller bulunan ve yapılması/yapılmaması her halde yasak olan işlerde bu kaide uygulanmaz.

Misaller

  1. Açlıktan ölecek durumda olan kimse, haram olan şeylerden hayatını kurtaracak kadar yiyebilir.
  2. Erkeklerin muttali olamayacakları meselelerde kadınların şahitliği kabul edilir.

[1] Bakara, 185.

[2] İstifade edildiğinde tükenen mislî (dengi piyasada bulunan) bir malı daha sonra geri almak üzere birine vermek.

[3] Borcun, bir kişinin zimmetinden (yükümlülük) başka bir kişinin zimmetine nakledilmesi.

[4] Kişinin haklarını kullanmaktan engellenmesi.

18- Bir iş zîk oldukta müttesa olur.

Mecelle | 18. Madde

Bir iş zîk (meşakkatli) olduğunda müttesa (kolaylık) olur.

Meşakkat görülen işlerde mükelleflere kolaylık tanınır.

Misaller

  1. Bir kimse borcunu vadesinde ödeyemeyecek durumdaysa vadesi uzatılır.
  2. Bir kimse borcunu tek seferde ödeyemeyecek durumda ise taksitlendirilir.

19- Zarar ve mukabele bizzarar yoktur.

Mecelle | 19. Madde

Zarar ve mukabele bizzarar yoktur.

Bir kişi, diğer bir kişiye zarar veremez. Kendisine zarar veren kişiye de zararla karşılık veremez.

Misaller

  1. Bir kimse diğerinin camını kırsa, o da gidip onun camını kıramaz. Hâkime başvurur ve bedelini tazmin ettirir.

20- Zarar izale olunur.

Mecelle | 20. Madde

Zarar izale olunur.

Başlangıçta zarar caiz olmadığı gibi zararın devam ettirilmesi de caiz değildir. Zararlı şeylerin devamına müsaade edilmez; usulünce izale edilir.

Misaller

  1. Bir kimse ayıplı bir mal satın alsa ve ayıplı olduğunu anlasa o malı başkasına satarak zararı devam ettiremez. Dilerse ayıp muhayyerliği (kusurdan sebep iade hakkı) kapsamında satıcıya iade edebilir.

21- Zaruretler, memnû olan şeyleri mübah kılar.

Mecelle | 21. Madde

Zaruretler, memnu (yasaklanmış) olan şeyleri mubah kılar.

Normal şartlarda işlenmesi yasak olan bazı fiillerin zaruret anında işlenmesi mubah olur. Zaruretten dolayı bu fiilleri işleyenlere ceza gerekmez.

Misaller

  1. Açlıktan ölmek üzere olan bir kimsenin ölmeyecek kadar domuz eti veya başkasının malını yemesi mubahtır.
  2. Muteber bir ikrah (bir işe mecbur kalma) altında başkasının malını helak etmek mubahtır. Kafasına silah dayatılan kişinin o işi yapmaya mecbur kalması gibi.

22- Zaruretler, kendi miktarlarınca takdir olunurlar.

Mecelle | 22. Madde

Zaruretler, kendi miktarlarınca takdir olunurlar.

Zaruretler yasakları, zaruret miktarınca mubah kılar. Zaruret giderildiği an yasak hükmü geri döner.

Misaller

  1. Açlıktan ölmek üzere olan biri hınzır etinden yahut başkasının malından ancak ölmeyecek kadar yiyebilir. Zaruret oluştu diye keyfi olarak yemeye devam edemez.
  2. Erkeklerin şahit olamayacağı mevzularda kadınların şahitlikleri kabul edilir. Ancak erkeklerin muttali olabilecekleri meselelerde kabul edilmez.

23- Bir özür için caiz olan şey, ol özrün zevâlile bâtıl olur.

Mecelle | 23. Madde

Bir özür için caiz olan şey, ol özrün zevâli ile bâtıl olur.

Özür sebebiyle meşru olan şeyler, özrün ortadan kalkmasıyla meşruiyetini (geçerliliğini) kaybeder.

Misaller

  1. Sefih (ahmak) olan kimsenin mal varlığına hâkim kararıyla hacr[1] konulabilir. Ancak kişinin ahmaklığı son bulursa hacr hükmü kalkar.
  2. Mahkemede şahitlik yapması gereken bir şahıs özür beyan ederek şahitliği evinde yahut başka yerde yapabilir. Ancak bu özür ortadan kalktığında buna cevaz verilmez.
  3. Su bulunmadığında teyemmüm abdesti ile ibadetler yapılabilir. Su bulunduğunda ise teyemmüm abdesti bozulur.

[1] Kişinin malında tasarruf etmekten engellenmesi.

24- Mâni zâil oldukta, memnû avdet eder.

Mecelle | 24. Madde

Mâni zâil oldukta, memnû avdet eder.

Esasen caiz ve meşru olan bir şey, bir maniden dolayı cevazdan mahrum kalsa, maninin ortadan kalkmasıyla tekrar caiz olur.

Misaller

  1. Bir kimsenin aldığı malda evvelden mevcut olan bir ayıp ortaya çıksa lakin alan kişinin elinde de bir ayıp vücuda gelse bu ayıptan dolayı müşteri malı satıcıya iade edemez. Ancak müşteri elinde ortaya çıkan ayıp giderilirse malı iade hakkı yeniden doğar.
  2. Şahitliğe engel olan çocukluk ve körlük gibi durumlar izale olursa şahitlik yapamayan kimseler bu durumlar geçtiğinde şahitlik yapabilirler.

25- Bir zarar, kendi misliyle izale olunamaz.

Mecelle | 25. Madde

Bir zarar, kendi misliyle izale olunamaz.

Bir zararı def etmek için kendisi gibi başka bir zarara girilmez.

Misaller

  1. Susuzluktan ölmek üzere olan bir kişi, kendisiyle aynı durumda olan başka kişinin ancak kendisine yetecek kadar suyunu alamaz. Zira kendisini ölüm zararından kurtarmak için başkasının ölümüne sebep olmak caiz değildir.
  2. Bir kimsenin satın aldığı mal kendi yanındayken ayıplansa ve daha sonra satıcıdayken mevcut bulunan bir ayıbı ortaya çıksa müşteri malı geri iade edemez. Satıcının yanında oluşan ayıbın noksanını satıcıdan tazmin eder.
  3. Bölüşülmesi ortakların tamamına zarar veren (bölünmenin ardından kullanılamayan yahut değeri düşen) ortak bir mal, ortaklardan bazılarının talebi üzere hâkim tarafından bölünemez.
  4. Bölünmesi mümkün olan ortak bir malın tamiri için ortaklardan biri zorlanamaz.

26- Zarar-ı âmmı def için, zarar-ı hâs ihtiyar olunur.

Mecelle | 26. Madde

Zarar-ı âmmı def için, zarar-ı hâs ihtiyar olunur.

İnsanların tamamına yahut çoğuna zarar olacak bir meselenin halli için daha az kimselerin zararı tercih edilir.

Misaller

  1. Bir kimseye ait olan duvarın yahut evin insanların gelip geçtiği yola yıkılma tehlikesi varsa sahibi tamire zorlanır yahut duvar yıkılır.
  2. Cahil kimsenin doktorluk gibi hastaların ölümüne yahut sakat kalmasına sebep olabilecek meslekleri yapmasına izin verilmez.
  3. Din hususunda insanları caiz olmayacak işlere yönlendiren; amellerini ve itikatlarını bozan kimselere müsaade edilmez.
  4. İnsanların ihtiyaç duyduğu malı satmayıp stoklayan kimseden ihtiyaç halinde malı zorla satın alınır.

27- Zarar-ı eşed, zarar-ı ehaf ile izale olunur.

Mecelle | 27. Madde

Zarar-ı eşed, zarar-ı ehaf ile izale olunur.

Hafif zarara tahammül edilip ağır zarar def edilir.

Misaller

  1. Bir kimsenin tavuğu başka birinin altınını yutsa tavuk altından değerliyse tavuğun sahibi altının ücretini öder. Altın tavuktan değerliyse altının sahibi tavuğun parasını öder; tavuğu keser.
  2. Ortak bir malın paylaştırılması ortaklardan bazılarına yarar bazılarına zarar sağlıyorsa hâkim malı hükmen böler.
  3. Çoluk çocuğunun nafakasını ödemeyen baba hapsedilir.
  4. Bir kimse başkasına ait ağacı kesip bu ağacı yaptırdığı evin bir bölümünde kullansa bakılır: Şayet binanın kıymeti ağacın kıymetinde çoksa ağacın sahibine bedeli ödenir. Ev yıkılmaz.

28- İki zarar tearuz ettikte ehaffı irtikâb olunur.

29- Ehven-i şerrayn ihtiyar olunur.

30- Def-i mefâsid, celb-i menâfîden evlâdır.

31- Zarar, bikaderilimkan def olunur.

32- Hâcet, umumi olsun, hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur.

Mecelle | 32. Madde

Hâcet, umumi olsun, hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur.

Zaruret ve hacet fukahadan bazısına göre aynı manaya gelir. Bazılarına göre ise aralarında şöyle bir fark vardır: Zaruret bir haldir ki, bertaraf edilmezse helake götürür. Açlıktan ölmek üzere olmak gibi. Böyle bir zaruret haramı mübah kılar. Hacet ise bir haldir ki, zorluk ve meşakkate götürür. Bir hasta, oruç tuttuğunda zorlanıp iyileşmesinin uzaması gibi. Hacet haramı helal kılmaz ancak oruçluya iftar etmesini mübah kılar.

Bu kaideye göre insanların ihtiyaçları zaruret olarak kabul edilir ve hükümler ona göre verilir.

Misaller

  1. Bey bi’l-vefa, kiralama ve selem akitlerinin cevazı bu kabildendir.

33- Iztırar, gayrin hakkını iptal etmez.

Mecelle | 33. Madde

Iztırar, gayrin hakkını iptal etmez.

Iztırar, yasak olan bir fiili işleme mecburiyetidir. İki kısma ayrılır:

Iztırar-ı Semâvî: Açlık, susuzluk gibi dâhili bir sebepten neşet eden ıztırardır.

Iztırar-ı Gayri Semâvî: İkrah gibi harici bir sebepten neşet eden ıztırardır.

Yasak olan bir fiili işleme mecburiyetinde kalmak başkasının hakkına riayet etmemeyi gerektiremez.

Misaller

  1. Bir kimse açlıktan ölmek üzere olduğundan başkasının malını yese parasını öder.
  2. Bir kimse kendisine saldırdığı için başkasına ait bir hayvanı öldürecek olsa hayvanın kıymetini öder.

Zaruretler haram olan şeyleri mübah kılar; binaenaleyh tazmin lazım gelmez.” denilemez. Zira zaruret sebebiyle mübah olmanın semeresi, başkasının malını yiyene hırsız muamelesi yapılmamasıdır.

34- Alması memnû olan şeyin, vermesi dahi memnûdur.

Mecelle | 34. Madde

Alması memnû olan şeyin, vermesi dahi memnûdur.

Bir mal yahut paranın alınması şer’i şerife göre haramsa o paranın insanlara verilmesi de haramdır.

Misaller

  1. Rüşvet almak haram olduğu gibi vermek de haramdır.
  2. Falcı ve kâhinlerin bu işleri karşılığında para almaları haram olduğu gibi bunlara para vermek de haramdır.

35- İşlenmesi memnû olan şeyin, istenmesi dahî memnû olur.

Mecelle | 35. Madde

İşlenmesi memnû olan şeyin, istenmesi dahî memnû olur.

Bir fiilin yapılması haramsa o fiilin yapılmasını insanlardan istemek de haramdır.

Misaller

  1. Hırsızlık, adam öldürme ve gasp gibi fiillerin kendisi haram olduğu gibi insanlardan bu işlerin yapılmasını istemek dahi haramdır.
  2. Yalan yere şahitlik etmek haram olduğu gibi birinden yalan yere şahitlik etmesini istemek de haramdır.

36- Âdet muhakkemdir.

37- Nâsın isti‘mâli bir huccettir ki, onunla amel vacip olur.

38- Adeten mümteni olan şey, hakikaten mümteni gibidir.

39- Ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz.

40- Âdetin delâletiyle manayi hakiki terk olunur.

41- Âdet, ancak muttarid veyahut galib oldukta muteber olur.

42- İtibar, galib-i şayia olup, nadire değildir.

43- Örfen maruf olan şey, şart kılınmış gibidir.

44- Beynettüccar maruf olan şey, beyinlerinde meşrut gibidir.

45- Örf ile tayin, nas ile tayin gibidir.

46- Mânî ve muktezî tearuz ettikte mânî takdim olunur.

47- Vücudda bir şeye tabi olan, hükümde dahi ona tâbî olur.

48- Tâbî olan şeye ayrıca hüküm verilmez.

49- Bir şeye mâlik olan kimse, ol şeyin zaruriyyâtından olan şeye dahi mâlik olur.

50- Asl sâkıt oldukta feri dahi sâkıt olur.

51- Asl sabit olmadığı halde ferin sabit olduğu vardır.

52- Sâkıt olan şey avdet etmez. Yani: Giden geri gelmez.

53- Bir şey bâtıl oldukta, onun zımnındaki şey dahi bâtıl olur.

54- Aslın ibkâsı dahil olmadığı halde bedeli ifâ olunur.

55- Bizzat tecviz olunmayan şey, bitteba‘ tecviz olunabilir.

56- İbtidâen tecviz olunmayan şey, bekâen tecviz olunabilir.

57- Bekâ, ibtidâdan esheldir.

58- Teberru, ancak kabz ile tamam olur.

59- Raiyye yani teba üzerine tasarruf maslahata menuttur.

60- Velâyet-i hassa, velâyet-i âmmeden ekvâdır.

61- Kelâmın i‘mâli, ihmâlinden evlâdır.

62- Manayı hakiki müteazzir oldukta mecaza gidilir.

63- Bir kelâmın i‘mâli mümkün olmaz ise ihmâl olunur.

64- Mütecezzî olmayan bir şeyin bazısını zikretmek, küllünü zikir gibidir.

65- Mutlak, eğer nassen yahud delâleten takyid delili bulunmaz ise ıtlakı üzere cârî olur.

66- Hâzırdaki vasıf lağv ve gâibdeki vasf muteberdir.

67- Suâl, cevapta iade olunmuş addolunur.

68- Sâkite bir söz isnad olunmaz lakin marazı hacette sükût beyandır.

69- Bir şeyin umur-u bâtınada delili, ol şeyin makamına kaim olur.

70- Mükâtebe, muhatabe gibidir.

71- Dilsizin işaret-i mahûdesi, lisanile beyan gibidir.

72- Tercümanın kavli her hususta kabul olunur.

73- Hatası zâhir olan zanna itibar yoktur.

74- Senede müstenid olan ihtimal ile huccet yoktur.

75- Tevehhüme itibar yoktur.

76- Burhan ile sabit olan şey, iyânen sabit gibidir.

77- Beyyine müddeî için ve yemin münkir üzerinedir.

78- Beyyine, hilâf-ı zâhiri ispat için ve yemin aslı ibkâ içindir.

79- Beyyine, huccet-i müteaddiye ve ikrar, huccet-i kâsıradır.

80- Kişi, ikrarıyla muaheze olunur.

81- Tenâkuz ile huccet kalmaz lakin mütenâkızın aleyhine olan hükme halel gelmez.

82- Şartın sübutu indinde, ona muallak olan şeyin sübûtu lazım olur.

83- Bikaderilimkan şarta riayet olunmak lazım gelir.

84- Vaadler, suret-i taliki iktisab ile lazım olur.

85- Bir şeyin nef‘i zamânı mukabelesindedir.

86- Ücret ile zamân müctemi olmaz.

87- Mazarrat, menfaat mukabelesindedir.

88- Külfet nimete ve nimet külfete göredir.

89- Bir fiilin hükmü failine muzaf kılınır ve mücbir olmadıkça amirine muzaf kılınmaz.

90- Mübâşir yani bizzat fail ile mütesebbib müctemi oldukta hüküm faile muzaf kılınır.

91- Cevâz-ı şerî, zamâna münâfi olur.

92- Mübâşir, müteammid olmasa da zâmin olur.

93- Mütesebbib, müteammid olmadıkça zâmin olmaz.

94- Hayvanâtın kendiliğinden olarak cinayet ve mazarratı hederdir.

95- Gayrin mülkünde tasarrufla emretmek batıldır.

96- Bir kimsenin mülkünde ânın izni olmaksızın âhar bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir.

97- Bilâ sebeb-i meşrû birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi caiz olmaz.

98- Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü, ol şeyin tebeddülü makamına kaimdir.

99- Kim bir şeyi vaktinden evvel istical eyler ise mahrumiyetle muateb olur.

100- Her kim, kendi tarafından tamam olan şeyi nakzetmeye say ederse sayi merduttur.

Hakkında Mustafa Şekerci

Mustafa Şekerci, 1992 yılında İnebolu’da dünyaya geldi. Eğitim hayatına başlamadan ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. Lisenin son yıllarında Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Hazretleri (kuddise sirruhu) ile tanıştı ve ona intisap etti. Marmara Üniversitesi Matematik bölümünde kısa süre bulunduktan sonra üniversiteyi bırakıp medrese tahsiline başladı. Beş yıllık temel İslamî eğitimin ardından tekâmül medresesinde eğitim gördü ve icazet aldı. Bu süre içerisinde İstanbul Üniversitesi İlahiyat bölümünü bitirdi. Tekâmül eğitiminden sonra İsmailağa Dergisi bünyesinde editörlük ve yayın kurulu üyeliği vazifeleri yaptı. 2018 yılında kurulan Alem-i İslam İlim ve Hizmet Derneği‘nin kuruluşunda, kurucu başkan olarak yer aldı. Halen dernek başkanı olan Mustafa Şekerci, Alem-i İslam Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Türkiye’nin ilk ve tek hadis hafızlığı medresesinde müderrislik yapmaktadır. Bunun yanında 2020 yılında, Dini Soruların Cevap Kapısı sloganıyla kurulan Meşihat sitesinin genel yayın yönetmenliğini yapan Mustafa Şekerci‘nin ilmî ve fıkhî yazıları Meşihat sitesinde yayınlanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir