Mevla Teâlâ Hazretleri tüm canlılara birtakım nimetler vermiş, onlar arasından eşrefi mahlûkat olarak isimlendirdiği insana ise bahşettiği nimetlerin bir kısmını zekât olarak verme sorumluluğu yüklemiştir.
Biz de bu yazımızda kadına ait olan ziynet (süs) eşyalarının zekât hususundaki hükmünü inceleyeceğiz.
Hanefi Mezhebinde Ziynet Eşyalarının Zekatı
Hanefi mezhebine göre altın ve gümüş yaratılışları itibarı ile paradırlar. Dolayısıyla ister külçe halinde ister işlenmiş olsun isterse de süs eşyası olarak kullanılsın, nisap miktarına ulaştıkları vakit zekât gerekecektir. Çünkü bunlarda zekâtın farz olmasının sebebi olan nema (artıcılık) daima mevcuttur. Altın ve gümüşün kadının süs eşyası olmasıysa bu durumu değiştirmeyecektir.
Nema ne demektir:
Nema lügatta; büyümek, artmak ve çoğalmak manalarına gelir.
Fıkıhta ise nemadan maksat, bir malın çoğalmaya hazır halde olması demektir. Bu mana ticari mallarda ticaret, hayvanlarda ise meralarda otlatmakla gerçekleşir. Çünkü hayvanları otlatmak semizleşmelerine, süt vermelerine ve doğurmalarına sebeptir. Ticaret mallarında da ticaret kar elde etmenin sebebidir. Şu hâlde sebep olan ticaret ve otlatma, sonuç olan çoğalma ve artmanın yerine konulmuş ve zekâtın farz oluşu bu sebeplere bağlanmıştır.
a) Para olmayan mallarda nema
Altın, gümüş ve paralar dışındaki malların ticaret malı yani nami olması için ticaret niyeti şarttır. Zira bu mallar ticaret için tutulmaya elverişli olduğu gibi ticaretin dışında istifade edilmeye de elverişlidir. Hatta bu mallardan asıl amaç yapısı itibarıyla kendilerinden faydalanmaktır. Örneğin elbisede asıl olan giyinilmesi, araçta asıl olan yolculuk için kullanılmasıdır. Bunların ticaret için olmasıysa sonradan gelen bir durumdur. O halde bunların ticaret malı olduğunu niyetle belirlemek lazımdır.
Fakat mücerret ticaret niyeti de bir malın ticaret malı olması için yeterli değildir. Yani kişinin, kullanmak niyetiyle satın aldığı bir mal, satmaya niyet etmesiyle ticaret malı olmaz. Bilakis onu bu niyetle beraber satması durumunda, karşılığında bedel olarak alacağı mal ticaret malı olacaktır. O almış olduğu mal üzerinden de zekat tarihini hesaplayacaktır. Sözgelimi kişi kendi arabasını satmaya niyet edecek olsa niyetiyle birlikte o araba ticaret malı olmayacaktır. Bilakis o arabayı, başka bir arabaya karşılık olarak satacak olsa o alacağı araba ticaret malı olacaktır.
Ayrıca henüz satın alınırken ticaret için alınan mallar da zekâta tabi olma bakımından ticari mallardan sayılır. Sözgelimi elinde yüz bin TL’si olan kişi ticaret yapma maksatlı bir meta alacak olsa aldığı günde tarih atıp üzerinden bir sene geçtikten sonra zekatını verecektir.
b) Paralarda nema
Asli ihtiyaçları giderme hususunda altın, gümüş ve paraların yapısı itibarıyla kendilerinden faydalanmak mümkün değildir. Çünkü onlar yaratılışları itibari ile ticaret aracıdırlar ve nami (daima çoğalmaya hazır halde bulunan) mallardan sayılmışlar. Dolayısıyla altın, gümüş ve paralar ticaret niyeti olmasa dahi zekâta tabidirler.
Netice: Hanefi mezhebine göre kadının ziynet eşyası olarak kullandığı altın ve gümüşler de zekâta tabi mallardandır. Nisap miktarına ulaşıyorlarsa kadının her yıl bu malların zekâtını vermesi gerekir.
Şafi Mezhebinde Ziynet Eşyalarının Zekatı
Şafi mezhebine göre süs olarak kullanımı mubah olan altın ve gümüşlerde zekât yoktur. Altından ve gümüşten yapılan kap, çanak, bardak gibi kullanımı haram olan süs eşyalarında ise zekât gerekir. Kadının altın ve gümüşü süs olarak takınması helaldir. Erkeğin ise gümüş yüzük dışındaki altın veya gümüşü süs olarak kullanması haramdır.
Günümüzde şafi mezhebinden Hanefi mezhebine geçen bazı kadınlar zekâttan kurtulmak için şafi olan kocalarına ziynet eşyalarını hibe ediyorlar. Oysa böyle bir hareket doğru olmamakla birlikte zekâtın farz olmasına da engel olmayacaktır. Çünkü yukarıda beyan ettiğimiz üzere Şâfi mezhebine göre erkeğin gümüş yüzük dışında ziynet eşyası kullanması haramdır. O halde koca için o mallar normal altın konumundadır ve nisaba ulaşmaları takdirinde zekât verilmesi gerekecektir.[1]
[1] Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, II/11, 16-17; Nevevî, Minhacü’t-Talibin, Daru’l-Fikir, I/68.