Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi şeriflerinde İslam’ın beş temel üzerine bina edildiğini buyurmuştur.[1] Bu beş temelden birisi de oruç ibadetidir. Her ibadetin yapılırken dikkat edilmesi gereken birtakım kuralları vardır. Bu kural ve kaidelerin beyanı Peygamberimize ve onunu kıymetli ashabına aittir.
Onların sözlerinin bulunmadığı yerde de müçtehit imamlarımız söz sahibidir. Biz de bu yazımızda kişinin kulağına kaçan maddelerin orucu bozup bozmayacağını nakli ve akli gerekçelerle izah edeceğiz.
Kulağa giren maddelerin orucu bozup bozmaması hakkındaki görüşler
Hanefi mezhebine göre kulağa giren şeylerin orucu bozup bozmayacağı hususunda günümüzde iki görüş mevcuttur:
Günümüzde fıkıhla uğraşan bazı kimseler bu hususta tıbbı referans alarak orucun bozulmadığını söylemektedirler. Doktorların bu husustaki beyanına göre kulak ile boğaz arasını kulak zarı kapatmaktadır. Bu sebeple kulağa giren maddeler mideye ulaşmamaktadır. Mideye ulaşan bir şey olmadığı için oruç bozulmayacaktır. Kulağa giren şey ister su olsun ister ilaç olsun durum aynıdır. Eğer kişinin kulak zarı delikse bu durumda kulağa damlatılan madde çok olursa orucu bozar. Zira bu durumda damlatılan şey mideye ulaşacaktır.
Lakin bu görüşte bazı sorunlar mevcuttur:
- Görüş sahipleri mideye ulaşan bir şey olmadığı için orucun bozulmayacağını ifade etmektedirler. Halbuki vücuda giren bir şeyin orucu bozması için illa mideye ulaşması şart değildir. Nitekim kişinin başında bulunan açık yaraya merhem sürmesi Ebu Hanife’ye göre orucu bozmaktadır. Sürülen merhem ise mideye ulaşmamaktadır.
- İmam-ı Azam’dan bu yana Hanefi mezhebinde hiç kimse kulağa damlatılan -ilaç gibi- maddelerin orucu bozmadığına dair fetva vermemiştir. Bugün böyle bir fetva vermek bir nevi içtihat etmek demektir.
Günümüzdeki diğer alimler ise Hanefi fıkıh kitaplarında belirtilen görüşleri esas almaktadırlar. Hanefi kitaplarında bu meselenin beyanı şu şekildedir:
Hanefi mezhebinde kulak tabi bir menfez kabul edilmektedir. Tabi menfez: yaratılış hasebiyle insanın vücudunda bulunan ve vücudun içine doğru kanal olan uzuvlardır. Bu itibarla kulağın içine giden şeylerin orucu bozması gerekmektedir. Fakat Hanefi mezhebi alimleri kulağa giren şeyleri iki kısma ayırmaktadırlar:
- İlaç ve zeytinyağı gibi -tedavi anlamında- vücuda menfaat sağlayan maddeler
- Su gibi -tedavi anlamında- vücuda menfaat sağlamayan maddeler
Kulağa ilaç ve zeytinyağı damlatılması orucu bozar mı?
Kulağın içine gidecek şekilde damlatılan ilaç ve emsali maddeler orucu bozar. [2] Zira damlatılan ilaç vücudun içine gidecektir. Ayrıca tedavi maksadıyla damlatıldığı için vücudun gıdalanması söz konusudur. Bu damlatma işini kişi ister kasıtlı yapsın ister kasıtsız yapsın durum aynıdır. Her iki durumda da orucu bozulur. O günün kazası gerekir, kefaret gerekmez.
Eğer ilaç kulağın içine damlatılmayıp kulağın dış kısmına sürülürse orucu bozmaz.[3] Zira orucu bozan husus ilacın menfez yoluyla içeriye gitmesidir. Kulağın dışında kalıp içeriye gitmeyen ilaç, deriye damlatılan-sürülen ilaç gibidir. Deri üzerine damlatılan ilaç gözenekler vasıtasıyla emilmektedir. Bu ise orucu bozmamaktadır.
Kulağın içine su kaçması orucu bozar mı?
Hanefi mezhebinde bu hususta iki görüş mevcuttur:
Birinci görüşe göre kulağa giren su orucu bozmaz. Suyun kaçması kişinin kastıyla olsun veya olmasın durum aynıdır.
Büyük Hanefi alimlerinden İbn Hümam’ın görüşüne göre su, kişinin kulağına kasıt olmaksızın kaçarsa orucu bozmaz. Duş alırken kulağa su kaçması gibi.
Fakat kişi kendi kastıyla kulağına su kaçıracak olursa bu durumda orucu bozulur. Zira kişi suyu kulağına kendi kastıyla döktüğü için artık suyun -ilaç gibi- bedene fayda sağlayıp sağlamadığına bakılmaz. Oruç bozulacaktır.[4]
Netice: İnsanın kulağına kasıtsız olarak kaçan su ittifakla orucu bozmaz. Kasıtlı olarak su kaçırmanın bozup bozmayacağında ise ihtilaf vardır. İbadetlerde ihtiyatlı davranmak esastır. Bu sebeple kişi eğer kasten kulağına su kaçıracak olursa o günün orucunu kaza etmelidir.
İÇİNDEKİLER
[1] Buhari, (8).
[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Yasin Yayınevi, 378; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, Darü’l Fikr, II/402.
[3] İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, Darü’l Fikr, II/402.
[4] İbn Hümam, Fethü’l-Kadir, Daru’l Kütübi’l-İlmiyye, II/347.