Bir Müslüman için İslam’ı yaşamak var oluşunun en temel gayesidir. İslam’ı yaşamak için şartlarını oluşturmak da dolaylı yoldan onun için en temel vazife halini almıştır. Nitekim Cenab-ı Hak Mekke’de İslam’ı yaşama imkânına sahip olmayıp Medine’ye hicret etmeyen Müslümanlar hakkında meleklerin kendilerine şöyle hitap edeceğini ifade etmiştir: “Melekler de: «Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» dediler” Buradan hareketle âlimlerimiz gayrimüslim bir beldede yaşayan bir kimsenin durumunu birkaç başlık altında değerlendirmiştir:
1. Gayrimüslim beldede yaşayıp İslamiyet’i yaşamaya güç yetiremeyen bununla birlikte oradan hicret etmesi için hastalık veya yaşlılık gibi büyük bir problem içerisinde olmayan kişiler. Böyle bir kimsenin İslam beldesine hicret etmesi vaciptir.
2. Gayrimüslim bir beldede yaşayıp hastalık veya yaşlılık gibi meşru sebeplerden dolayı hicret etme gücüne sahip olmayan Müslümanlar. Bu kısımdakilerin orada kalmaları mecburi olacağından hicretin vacip olduğu söylenemeyecektir. Bununla birlikte İslam’ı yaşama noktasından sıkıntı çekiyorlar ise ilk fırsatta hicret etmeleri gerekir.
3. Gayrimüslim bir beldede yaşayıp İslam’ı yaşama noktasında sıkıntı çekmeyen Müslümanlar. Bu kısımdaki Müslümanların İslam diyarına hicret etmeleri müstehaptır.[1]
Netice olarak Avrupa ülkelerinde yahut başka gayrimüslim ülkelerde yaşayan kardeşlerimiz oralarda İslamiyet’i yaşama imkânı bulsalar bile batı kültürünün hâkim kültür olması hasebiyle zürriyetleri için endişe içerisinde olmalıdırlar. Her ne kadar hicret vacip değilse bile böyle bir tehlike karşısında aldırış etmeden davranılması doğru değildir.
[1] El-Mevsuatü’l Fıkhiyyet’il Kuveytiyye XX, 207, Vizâratü’l Evkâf; İbn Hacer, Fethu’l Bâri, Daru’l Ma‘rife, VI, 190.