İslam dini, insanların ibadet hayatlarını tanzim ettiği gibi sosyal hayatlarını da tanzim etmiştir. Müslümanların; namaz kılmak ve oruç tutmak gibi kendi şahıslarını ilgilendiren vazifeleri olduğu gibi zekât vermek, faiz ve kul hakkı yememek gibi içtimai vazifeleri de vardır. Allah’ın (celle celalühü) insanların sosyal hayatlarına dair bir düzenlemesi de “nafaka” müessesesidir. Halk arasında “bakmakla yükümlü olunan kişiler” diye tabir edilen insanların nafakası; bazı sebeplerden dolayı, bazı Müslümanlara vacip olmaktadır. Mevla Teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Doğuran kadınlar, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (bir baba) için, çocuklarını tam olarak iki sene emzirirler. O (doğura)nların yiyecekleri ve giyecekleri, (israf ve kısıtlama olmaksızın, dînen ve örfen) iyi bilinen bir yolla, doğum kendisi için yapılmış olan (baba) üzerinedir.”[1]Başka bir ayet-i kerimede ise: “Genişlik sahibi olan kişi, geniş imkânına göre (nafaka vererek) harcamada bulunsun! Kime de rızkı daraltıldıysa, artık o da Allah’ın ona vermiş olduğu şeylerden (gücü nispetinde) harcama yapsın! Allah hiçbir nefsi kendisine vermiş olduğu şeyden başkasıyla yükümlü tutmaz.”[2]buyurmuştur. Tabi burada bahsedilen nafaka, kişinin evli olduğu hanımı veya iddet süresi içerisinde bulunan boşandığı hanımıdır. Günümüzde insanlara zulmederek uygulanan boşanan eşe yıllarca nafaka verilmesi, İslam’ın bir kaidesi olmadığı gibi caiz olan bir uygulama da değildir.
Kişi, üç sebepten biriyle başkalarına bakmakla yükümlü olur. Birincisi evliliktir. Zira zevcenin nafakası her halükarda kocasına vacip olur.[3] Bir erkek evlilikle beraber; evlendiği hanımın nafakasını karşılamayı taahhüt etmiş olur. Kadın zengin olsa bile hanımın nafakası erkek üzerine vaciptir, kazanç hususunda kadına verilmiş bir vazife yoktur.[4]
İkincisi karabet yani akrabalıktır. Baba üzerine kızlarının; çalışmaktan aciz, fakir olan büyük oğullarının ve fakir olan küçük oğullarının nafakası vacip olur. Zengin olan oğullara ve kızlara, anne-babalarının ve diğer usullerinin (dede ve ninelerinin) nafakaları vacip olur. Fakir ve kazançtan aciz olup rahim bağı olan her bir akrabanın nafakası, hâkimin hükmüyle veya kendi rızalarıyla mirastaki payları oranıyla varisleri üzerine vacip olur.[5]
Üçüncüsü mülkiyettir. Efendiye köle ve cariyelerinin nafakaları vacip olur.[6] Günümüzde kölelik kalmadığı için bu kısmın sadece bilinmesi kâfidir.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi Müslüman bir babanın eşinin ve çocuklarının nafakalarını helal yoldan temin etmesi gerekir. Nafaka, asli ihtiyaçlar olarak tabir edilen barınacak bir ev, yiyecek ve giyecekten oluşur. Bunların ucuz/pahalı olması şahsın ekonomik durumu çerçevesinde örfen belirlenir. Allah Teâlâ insanlar için birçok geçim yolları yaratmıştır. Bunlardan alışveriş, ziraat, ücret mukabilinde çalışmak gibi birçoğunun helal olduğunu ve bu yollarla kazanılacak karşılığın helal olacağını; Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere bildirmiştir. Geçim yolları içerisinde faiz, şarap ticareti ve üretimi, kumar ve hırsızlık gibileri ise Allah (celle celalühü) tarafından haram kılınmıştır. Bir baba evlatlarının terbiyelerinden ve İslam’ı öğrenmelerinden sorumlu olduğu gibi evlatlarının boğazından geçenin helal olmasından da sorumludur. Maalesef günümüzde birçok Müslüman, bırakın ailesinin karnına haram lokma girmemesi için mücadele etmeyi, çocuklarını harama teşvik etmektedir. Müslümanlar, üç kuruş birikimlerini vadeli hesaplarda değerlendirip, bir kar sağlayacaklarını zannetmektedirler. Hâlbuki ayet-i kerimede beyan edildiği gibi yakıtı insanlar olan ateşi kazanmaktadırlar. Piyango ve kumar oyunları da sanki Allah (celle celalühü) tarafından haram edilmemiş gibi yaygınlaşmıştır. Mevla Teâlâ bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ey iman etmiş olan kimseler! (Emirleri tutup, yasaklardan kaçarak) kendi nefislerinizi ve ailelerinizi farklı bir ateşten koruyun ki; (diğer ateşler odunla tutuştuğu gibi,) onun yakacağı (da), o (inkârcı) insanlarla (çabuk yanan ve çokça yakan) o (kibrit) taşlar(ı)dır. Onun üzerinde iri yapılı, sert tabiatlı birtakım melekler vardır ki onlar, kendilerine emretmiş olduğu şeyler hususunda Allah’a isyan etmezler ve emrolunmakta oldukları şeyi yaparlar.”[7]Müslüman kişi, haram kazançtan kendisi istifade edemeyeceği gibi böyle bir malı ailesinin istifadesine de sunamaz. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.”[8]
Çocuğun helal yoldan beslenmesi, ahlakına ve karakterine etki etmektedir. Dolayısıyla salih evlatları olmasını isteyen ebeveynler, çocuklarının yediklerine azami derecede dikkat göstermelidir. Hazreti Ömer (radıyallahu anh) efendimiz bir gece Medine sokaklarında dolaşırken bir evden ses geldiğini duyar ve dinlemeye başlar. Annenin, kızına: “Şu süte biraz su karıştır.” demesi üzerine, kız annesine: “Müminlerin emiri süte su karıştırmayı yasakladı.” diye cevap verir. Annesi: “O şimdi nereden duyacak?” deyince, kız: “Görünüşte ona itaat edip, arkasından ona isyan mı edelim? Ömer’in kendisi görmese, onun Rabbi görüyor.” der.
Hz. Ömer, o evi iyice beller ve eve döndüğünde oğlu Asım’a bu evi tarif eder. Sonra, şayet bu kız evli değilse, onunla evlenmesini, belki ondan hayırlı bir evladının olacağını tavsiye eder. Adaletiyle dünyaya nam salan Ömer Bin Abdülaziz bu hanımın torunudur.[9] Bizler de evlatlarımızın Ömer bin Abdülaziz gibi olmasını istiyorsak boğazlarından geçen lokmalara dahi dikkat etmemiz gerekir. Faiz, kumar ve hırsızlık gibi haram yoldan kazanılmış tek lokmayı evlatlarımıza yedirmememiz gerekir. Hatta ve hatta günümüzde oldukça yaygınlaşan ve helal olmayan katkı maddeleri hususunda da çok hassas davranmamız gerekir.
Öncelikli vazifemiz: haram kazançlara bulaşmamaktır. Ailemizin iaşesini, helal kazanç ile elde ettiğimiz İslam’ın helal saydığı ürünlerle karşılamalıyız. Bu hususta çalışma yapan firmaları takip etmeli, şüpheli şeyleri yemekten sakınmalıyız.
[1] Bakara Sûresi, 233
[2] Talak Sûresi, 7
[3] el-Haskefî, Dürru’l-Muhtâr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2002, s. 257
[4] İbn-i Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, Dâru’l-Âlemi’l-Kütüb, 2003, 5/280
[5] Kastamonulu Muhammed Evliya Efendi, İlaveli Kurban Risalesi, Kastamonu Vilayet Matbaası, h. 1316, s. 8
[6] Abdülğanî el-Meydânî, el-Lübâb fî Şerhi’l-Kitâb, Mektebetü’l-İlmiyye, 3/91
[7] Tahrim Sûresi, 6
[8] Buhârî, Nikâh, 81
[9] İbn-i Asâkîr, Târîhu Medineti Dimeşk, 70/253, Dâru’l-Fikr, 1995, 70/254