İnsanların günahlarından tövbe etmeleri vaciptir. Mevla Teâlâ Kur’an-ı Azîmüşşan’da: “Ey iman edenler! Allah’a nasuh tövbe ile tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.” buyurmuştur. Buradan anlaşılan Rabbimizin bizden, sıradan, alelade bir tövbe değil, bazı özellikleri olan bir tövbe yani “nasuh tövbe” istediğidir.
Nasuh tövbeyi Ebu’s-Suud Efendi tefsirinde şöyle tarif eder: “Nasuh olmak tövbenin değil, tövbe edenin vasfıdır. Tövbe eden kimse bu tövbesiyle sürekli kendisine nasihat eder ve böylece kendini düzeltir.”[1]
Nasuh tövbenin bazı şartları vardır: Şayet işlenen günah, kul ile Allah arasında ise yani herhangi bir kul hakkıyla alakası yoksa üç şart vardır:
- İşlenen günahı terk etmek. Günaha devam edildiği halde yapılan tövbenin hiçbir kıymeti yoktur.
- İşlenen günahtan dolayı pişman olmak.
- Bir daha o günahı işlememeye dair karar vermek.
Şayet işlenen günahta kul hakkı da varsa bu şartlara dördüncü bir şart daha eklenir:
- Hakkına girilen kimsenin hakkını vermek ve helalleşmek.[2] Mesela hırsızlık yapan bir kimsenin tövbe etmesi için ilk şart çaldıklarını sahiplerine iade etmektir. Şayet geri iade edecek durumda değilse gidip o kimseden parası olunca ödemek üzere ya da meccanen helallik almalıdır. Yani önce hakkına girdiği kulu razı etmelidir. Şayet adamı bulamıyorsa adam adına hayır yapmalı ve sevabını ona bağışlamalıdır. Mesela üzerinde 1.000 lira kul hakkı bulunan bir kimse bu miktar kadar hayır yapar ve sevabını borçlu olduğu kişiye bağışlar. Ancak daha sonra adam gelecek olsa ve yapılan hayra rağmen parasını isteyecek olsa tekrar vermek zorundadır. Borçlu olduğu kişi öldüyse mirasçılarından helallik alması gerekir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tövbe hususunda şöyle buyurmuştur: “Allah sizden birinizin tövbesine, çölde su yüklü devesini kaybedip sonra bulan kimseden daha fazla sevinir.”[3]
[1] Ebu’s-Suud Muhammed b. Muhammed, “İrşâdi Akli’s-Selîm”, Dâru İhyâi’t-Türasi’l-Arabiyye, 8/268
[2] Ebû Usâme Selîm b. Îd el-Hilâlî, “Behcetü’n-Nâzirîn Şerhu Riyâzu’s-Sâlihîn”, Dâru İbni’l-Cevzî, 1/49-50
[3] Buhârî, Deavât, 4