Sehiv secdesi, namazın son oturuşunda namaz içerisindeki hataları telafi etmek maksadıyla yapılan, iki secdeden ve bir oturuştan ibarettir. Sehiv secdesini iktiza eden (gerektiren) hatalar ise namaz içerisinde yapılması farz olan bir fiilin tehiri (geciktirilmesi), ikame edilmesi (yerine getirilmesi) vacip olan bir fiilin ise terki ve geciktirilmesidir.
Sehiv secdesini gerektiren haller nelerdir?
Farz namazların iki rekatında kıraat yapmak farzdır. Kıraati ilk iki rekâtta yapmak vacip, son iki rekâtta kıraat yapmak ise sünnettir.
Kıraatin farz olan miktarı ise tercih olunan görüşe göre üç ayet ya da onun uzunluğuna tekabül edecek bir ayet okumaktır. Sünnet, nafile ve vitir namazlarının bütün rekatlarında kıraat yapmak farzdır.
Bu durumda, kasıtlı veya kasıtsız farz namazlarda üç veya dört rekât kıraat yapmayı terk eden kimsenin, farz olan “iki rekâtta kıraat yapma” fiilini terk etmiş olacağından dolayı namazı iade etmesi gerekir. Farz namazların ilk iki rekatında kıraat yapmayı terk edip son iki rekatında okuyan kimse, unutmadan dolayı terk etmişse vacibi terk ettiğinden dolayı sehiv secdesi yaparak bu hatasını telafi eder. Ancak kasıtlı terk etmesi durumunda ise tekrar iade etmesi gerekir.
Sünnet, nafile ve vitir namazlarının bütün rekatlarında kıraat yapmak farz olduğu için kasıtlı veya kasıtsız olarak herhangi bir rekâtta kıraati terk eden kişiye namazın iadesi gerekecektir.
Farz namazların son iki rekâtında ise kıraat yapmak sünnet olduğundan dolayı namaz kılan kişi kıraat yapmak, tesbih etmek ve susmak arasında muhayyerdir (serbesttir). Bu iki rekâtta kıraat olarak Fatiha’yı okumak ise sünnettir. Sünnetin kasıtlı ya da kasıtsız olarak terkinden dolayı ise sehiv secdesi yapmak gerekmez. Ancak Ebu Hanife’den (rahmetullahi aleyh) gelen bir rivayete göre farz namazların son iki rekâtında Fatiha suresini okumak vaciptir. Bu durumda kasıtlı olarak terkinden dolayı her ne kadar çirkin bir iş olsa da sehiv secdesi gerekmeyecek ancak unutarak terk edilmesi halinde sehiv secdesi gerekecektir. En ihtiyatlı olan da budur.[1]
[1] Mevsıli, el-İhtiyar, Mektebetü’l-Hanifiyye, I/72-88; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Yasin yay, s.139-207; İbni Nüceym, el-Bahru’r-Raik, Daru’l Marife, II/102; İbrahim Halebi, Halebi Sağir, Şifa yay, s.315-316,457.