İslam’ın Şartları
İbn Ömer (radıyallahu anhüma)’nın rivayetine göre Rasulullah ﷺ şöyle buyurmuştur: “İslam beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hac yapmak ve Ramazan orucu tutmak.”[1]
Abdullah b. Ömer (radıyallahu anhüma)
İslam
“Silm” kökünden türemiş olan İslam kelimesi, lügat itibariyle “teslim olmak, itaat etmek, kalpten bağlılık” gibi manalara gelmektedir. Son Peygamber Muhammed Mustafa ﷺ’in getirmiş olduğu dinin de ismi olan İslam, bu itibarla, “Peygamber ﷺ’in getirmiş olduğu kuralların tamamını kabul edip boyun eğme” manasına gelmektedir.[2]
İman – İslam İlişkisi
Mâturidîlere göre iman ve İslam birdir.[3] Buradaki birlikten kastedilen lafızların aynı manaya gelmesi değil, mümin olan kişinin aynı zamanda Müslüman olması, Müslüman olan kişinin de mümin olmasıdır. Yani bu iki mananın birbirinden ayrılmayacağı kast edilmektedir. Yoksa lügat itibariyle iman, “bir şeye kalp ile inanmak” manasına gelir. İslam ise geride geçtiği gibi “boyun eğmek, teslim olmak” manalarına gelmektedir.
“Bedevîler, ‘İman ettik’ dediler. Şunu söyle: ‘Henüz iman gönüllerinize yerleşmediğine göre, sadece boyun eğdiniz…’”[4] Bu ayet-i kerimede iman henüz kalplerine yerleşmemiş olduğu halde, İslam dininin hükümlerine teslim olan Bedevîlere, “İman ettik demeyin, teslim olduk deyin. Henüz tam manasıyla iman etmiş değilsiniz.” denilmektedir. Buradaki teslimiyetle kastedilen Müslüman olmaları değil, lügat itibariyle teslim olmalarıdır. Bu teslimiyetten sonra iman kalplere yerleşirse Müslümanlık hâsıl olur. Yoksa dünyevi olarak İslam devletinin gücünden ve yaptırımından çekinip hükümlere boyun eğmek insanı Müslüman yapmaz.
İmam Eşârî’ye göre iman, İslam’dan daha hususidir[5] ki bu da yukarıda beyan ettiğimiz sonucu doğurmaktadır. Aradaki fark şudur: İmam Eşârî, iman etmediği halde İslam’a boyun eğen kimselerin teslim olmak bakımından Müslüman olduğunu, bu sebeple Müslümanla Müminin farklı manalara geldiğini ifade etmektedir. Mâturîdîler ise böyle bir teslimiyeti Müslümanlık olarak kabul etmeyip, bunun ancak lügat itibariyle bir teslimiyet olduğunu, iman ile aynı manaya geldiğini iddia ettikleri İslam’ın bu olmadığını ifade etmektedir.
İslam’ın Şartları
“İslam beş temel üzerine bina edilmiştir.” ifadesiyle, bu beş esasın İslam binasının direkleri, dayanakları olduğu beyan edilmiştir. Bu beş esas olmaksızın İslam binasının varlığından söz etmek mümkün değildir. İslam dört başı mamur bir binaya benzetilirse, bu beş esas, bu binanın taşıyıcı kolonlarıdır. Onlar olmadan duvar, pencere, kapı, boya gibi detay meselelerin herhangi bir önemi ve hükmü kalmaz. Zira kolonları ve direkleri olmaksızın binanın ayakta durması imkânsızdır.
İslam’ın şartları olmaksızın hırsızlık, zina ve içki gibi kötülüklerden uzak durmak ve güzel ahlak, yumuşaklık, yardımseverlik ve gibi İslam’ın emrettiği detay meselelerden beklenen uhrevi semerenin alınması imkânsızdır. Esasları muhafaza edemeyen kişi, uhrevi olarak füru meselelerden ya hiç istifade edemez ya da istifadesi çok az olur. Zira bu kimsenin, tabiri caizse Müslümanı Müslüman yapan temel kaidelerde sorunları vardır.
1- Kelime-i Şehadet
Kelime-i şehadet, kalpte samimi olarak bulunan imanın dil ile ifadesi ve inancın açığa vurulmasıdır. İslam’ın beş şartını İslam binasının taşıyıcı direklerine benzetmiştik. Bu beş direkten kelime-i şehadet, diğer direklerin de kendisine bağlandığı ana omurgadır.[6] İslam dininde her şeyin temeli Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed Mustafa ﷺ’in peygamberliğine samimi bir şekilde iman etmektir.
Şehadet kelimesi, “Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.” ve “Ben yine şahitlik ederim ki Muhammed Mustafa onun kulu ve elçisidir.” şeklinde iki cümleden ibarettir. Bu ifadelerin birinin diğerinden ayrılması, mümkün değildir. Binaenaleyh, Peygamber ﷺ’in peygamberliğine iman ve şahitlik edilmemesi durumunda sahih bir Allah inancından bahsetmek olanaksızdır.
Allah ﷻ’dan başka ilah olmadığına iman etmek; insanları yaratan, yaşatan ve insanların hayatlarına, ölümlerine, dünyalarına ve ahiretlerine hükmeden zatın ancak ve ancak Allah ﷻ olduğuna inanmak demektir. Bu inancın gereği de hayatı o zatın emir ve yasakları doğrultusunda yaşamaktır.
Muhammed Mustafa ﷺ’in peygamber olduğuna iman etmek, onun, Allah ﷻ tarafından haber verdiği her şeye kayıtsız-şartsız teslim olmaktır. Zira bir zatın peygamber olduğuna iman eden kişinin o zatı sorgulaması düşünülemez. Bu bağlamda Efendimiz ﷺ’in ayet-i kerime olarak beyan ettiği hakikatleri kabul ettiğini iddia edip, hadis-i şerif olarak beyan ettiği hakikatleri reddeden hadis inkârcılarının, İslam’ın omurgası olan şehadette bile problemleri olduğu ortaya çıkmaktadır.
2- Namaz Kılmak
Hadis-i şerifte İslam’ın esaslarından sayılan namaz kılmak ifadesi, farz olan beş vakit namaza devam etmek demektir. İslam dininde namaz, terk edenin kâfir olup olmayacağı tartışılan tek ameldir. Gerek sahabe-i kiramdan gerek diğer âlimlerden birçok kimse mazeretsiz namazı terk eden kişinin kâfir olacağı görüşünü savunmuştur.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de namaz hakkında şöyle buyurmaktadır: “(Cennettekiler, cehennemdekilere) ‘Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?’ (diye sorarlar.) Onlar şöyle derler: ‘Biz namaz kılanlardan değildik.’”[7]
Efendimiz ﷺ de namaz hakkında şöyle buyurmaktadır: “Kul ile şirk arasında namazın terki vardır!”[8]
3- Zekât Vermek
Zekât, birçok ayet-i kerimede namaz kılmakla beraber zikredilen, Allah ﷻ’nun sadece zengin kullarına farz kılmış olduğu bir ibadettir. Nisap miktarı mala sahip olan ve malları bir yıl boyunca ellerinde bulunan Müslümanların, her yıl mallarının bir miktarını dinen fakir sayılan kimselere vermeleri farzdır.
Allah ﷻ zekât hakkında şöyle buyurmaktadır: “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Ve rükû edenlerle beraber rükû edin.”[9]
“İşte her kim (malında bulunan zekât gibi hakları muhtaçlara) verdiyse ve (haramlardan) iyice sakındıysa; bir de o en güzel (sevap, en makbul kelime ve en doğru din) olan (cenneti, kelime-i tevhîdi ve İslâm inancın)’ı tasdik ettiyse; artık muhakkak biz de onu o en kolay olan (ve kendisini ebedî rahatlığa kavuşturacak cenneti kazandıracak çalışmalar)’a kolayca hazırlarız!”[10]
Bir Müslümanın zekâtı terk etmesinin en acı neticesi, cehennem azabına düçar olmasıdır. Kur’an-ı Azimüşşan’da birçok ayet-i kerimede namaz ile beraber zikredilen zekât hakkında ulema: ‘Zekât dinin üçte biridir.’[11] buyurmuşlardır.
Efendimiz ﷺ zekât vermeyenlerin ahirette başlarına gelecek hadiseyi şöyle tasvir etmiştir: “Allah’ın ﷻ kendisine mal verdiği kişi, o malın zekâtını vermezse kıyamet gününde zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli bir yılan suretine konulur. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan ağzı ile sahibinin çenesini iki tarafından yakalar ve: ‘Ben senin (dünyada çok sevdiğin) malınım; ben senin hazinenim.’ der.
Efendimiz ﷺ böyle buyurduktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: ‘Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimette cimrilik gösterenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilâkis bu onlar için kötüdür. Cimrilik ettikleri şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.’[12]”[13]
4- Ramazan Orucu Tutmak
Oruç: Allah rızası için, niyetle beraber, imsaktan güneş batıncaya dek yeme, içme ve cinsi münasebetten uzak durmaktır. Senede bir ay Ramazan orucu tutmak da İslam dininin asıllarından biridir. Ramazan orucunun edası ve kazası mükellef Müslümanlara farzdır. Şöyle ki: Ramazan günlerinde hastalık, sefer ve adet hali gibi bir mazeretten dolayı orucunu tutamayan Müslümanların başka günlerde oruçlarını kaza etmeleri gerekir.
Allah ﷻ oruç hakkında şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden sayısınca tutar. Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”[14]
Efendimiz ﷺ de Ramazan orucu hakkında şöyle buyurmuştur: “Her kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”[15]
5- Hacca Gitmek
Hac, hususi bir zamanda, hususi bir mekânı, hususi şekilde ziyaret etmektir. Buradaki zaman, Zilhicce ayının arefe denilen dokuzuncu günüyle Kurban Bayramının birinci günü olan onuncu günüdür. Hususi mekân, Arafat ve Kâbe’dir. Hususi fiil Arafat’ta vakfe, Beytullah’ta ise ziyaret tavafıdır.
Ömürde bir kere hac yapmak, ikamet ettiği yerden Kâbe’ye kadar gidip gelecek ve hac fiillerini yaparken orada ihtiyaçlarını giderecek kadar maddi imkâna sahip olan Müslümanlara farzdır. Her sene bir kere yapılabilen haccın zengin olur olmaz hemen yapılması şart değildir. Lakin hac bir kere farz olduktan sonra kişi gitmeden önce fakir olsa bile hac sorumluluğundan kurtulamayacaktır. Bu sebeple zengin kimselerin hac yapmayı geciktirmemesi güzeldir.
Allah ﷻ hac hakkında şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara hac ibadetini duyur; gerek yaya olarak gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar. Böylece kendileri için faydalı olan şeyleri açık seçik görsünler ve Allah’ın onlara rızık olarak verdiği, belirlenen günlerde kesecekleri kurbanlık hayvanlar üzerine O’nun adını ansınlar. Artık onlardan hem kendiniz yiyin hem sıkıntı içindeki yoksulları doyurun. Sonra kalan hac fiillerini tamamlayıp temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve o kadîm evi (Kâbe) tavaf etsinler.”[16]
Efendimiz ﷺ de hac ibadeti hakkında şöyle buyurmaktadır: “Kim kötü söz söylemeden ve hac yasaklarını ihlal etmeden Allah rızası için hac yaparsa annesinin kendisini doğurduğu gün gibi günahsız bir şekilde geri döner.”[17]
“İki umre arasındaki günahlara kefarettir. Kabul olunmuş haccın karşılığı ancak cennettir.”[18]
[1] Buhârî, (8).
[2] Mevlüt Sarı, el-Mevârid, “s-l-m” maddesi.
[3] Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, Mektebetü’l-Büşrâ, 2015, s. 316.
[4] Hucurat, 14.
[5] Eşarî, el-İbâne an Usûli’d-Diyâne, Dâru’l-Ensâr, h. 1397, s. 26.
[6] Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtih, Dâru’l-Fikr, 2020, I/67.
[7] Müddessir, 42-43.
[8] Müslim, 82.
[9] Bakara, 43.
[10] Leyl, 5-7.
[11] Şehzade, Mecmeu’l-Enhur fî Şerh-i Mülteka’l-Ebhûr, Dâr-u İhyâi’t-Türasi’l-Arabî, I/191.
[12] Âl-i İmrân Sûresi, 180.
[13] Buhârî, Zekât, 3.
[14] Bakara, 183-184.
[15] Buhârî, 38.
[16] Hac, 27-29.
[17] Buhârî, 1521.
[18] Buhârî, 1773.