BİDAT NEDİR NE DEĞİLDİR?

Selefilerin şöyle bir iddası vardır: Bidat, selef döneminden sonra çıkan bütün yeniliklerdir. Bidatin bütünü dalalettir. Her dalaletin sonu ise ateştir.

Onlara Cevabımız

Arapça bida‘ kökünden türeyen bidat kelimesi icat etmek, inşa etmek, örneği olmayan şeyi ortaya çıkarmak manasında kullanılır.[1] Istılahta ise İbni Ebi’l İz bidati

طريقة في الدين مخترعة تضاهي الشريعة يقصد بالسلوك عليها ما يقصد بالطريقة الشرعية   diye tarif eder.

Yani:  Şer’i bir amaç kast edilmeden izlenen, şeriata mukabil bir yol,[2] Der.

Peki bidat selefilerin idda ettikleri gibi selefi salihin döneminden sonra ortaya çıkan her şey midir?

Buna ilk cevabı veren selef alimlerimizden H. 204 vefatlı İmam Şâfi‘ olmuştur, İmam Beyhaki Menakıbu’ş-Şâfi‘ isimli eserinde kendi senediyle İmam Şâfi‘ nin talebesi Rabi bin Süleyman el-Muradi’den şunu nakleder:

حدثنا الشافعي قال: المحدثات من الأمور ضربان

أحدهما: ما أحدث يخالف كتاباً أو سنة أو أثراً أو إجماعاً. فهذه البدعة الضلالة.

والثانية: ما أحدث من الخير لا خلاف فيه لواحد من هذا. وهذه محدثة غير مذمومة

وقد قال عمر، رضي الله عنه، في قيام شهر رمضان: نعمت البدعة هذه يعني أنها محدثة لم تكن، وإذا كانت فليس فيها ردّ لما مضى.

İmam Şâfi‘ bizlere şöyle dedi: Ortaya çıkan yenilikler iki kısımdır:

Birincisi: Kitap, sünnet, eser veya icma’ya muhalif olarak ortaya çıkan şerler ki bu bidatı dalalettir.

İkincisi: Hayır olarak ortaya çıkarılan şeyler ki burada kimsenin ihtilafı olmaz. Bu çirkin görülmeyen bidattır. Nitekim Hz.Ömer teravih namazı için şöyle demiştir: Bu ne güzel bidattır. Yani peygamber döneminde olmayan yeni ortaya çıkan birşeydir. Onun güzel olmasının sebebi geride geçen bir şeyi red etmiş olmamasıdır.[3]

Nitekim Ebu Nuaym el-Isfehâni Hilyetü’l Evliya’sında, Ebu Şâme el-Makdisi el-Bida‘ da, İbnü Receb el-Hanbeli Câmiu’l Ulûmi ve’l Hikem isimli eserinde bu kavli İmam Şâfi‘ ye nisbet etmiştir.

 Şafilerden İz bin Abdisselâm, İmam Nevevi, Maliki’lerden Şihabuddin el-Karâfi, Hanbeli’lerden Ebu’l Ferac İbnu’l Cevzi, İbnu Receb el-Hanbeli, Hanefilerden İbni Abidîn’de kitaplarında bu görüşü açıkça söylemişlerdir.

Şimdi selefilere soruyoruz: Bu bidat meselesi akidevi bir mesele mi yoksa fıkhı bir mesele mi? Bizlere akidevi bir mesele derler ise Ahmet bin Hanbel’in hocası İmam Şâfi‘ bu ayrımı yapmış ve selef döneminden önce de sonrada çıkan şeylerin sünnet’e kıyas edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yok bu mesele Fıkhı bir mesele ise sizlerin Ebu’l Ferac İbnu’l Cevzi, İbni Receb el-Hanbeli gibi fıkıhta itibar ettiği alimler bunun ayrımını yapmıştır. Bu ayrımı kabul etmemekle beraber selefi söylemi ile selefe ihanet etmiş olursunuz ki bundan Allah’a sığınırız.

Bununla beraber bu bidatı hasene ve seyyie ayrımını yapan imamları sizler fıkıhta imam olarak kabul ettiğinizi söylüyorsunuz. Halbuki Ahmet bin Hanbel’in talebesi Hırakı (Ra) Muhtsar’ında Bidatçı bir imamın arkasında kılınan namazın iade edileceğini söylüyor.[4] Fakat sizler ise İbni Recep el- Hanbeli’yi Ebu’l Ferac İbnu’l Cevzî’yi ve birçok bu ayrımı yapanları kendinize fıkıhta imam kabul ediyorsunuz. Bidatçi bir kimse mihrapta imam olamıyorken fıkıhta nasıl imam olabiliyor?

Usulî açıdan bidat

Selefi camiadaki arkadaşlar Usûlu Fıkıh ilmini okurlar, okuturlar. Usulu fıkıh ilmi bizlere eşyada asıl olan şeyin ibaha olduğunu söyler. Şayet selefi salihin döneminden sonra çıkan şeylerin bidat olduğunu söyler isek o zaman eşyada asıl olanın haramlık olduğunu söylemiş oluruz ki buda dört mezhepten hiçbir usul aliminin söylemediği bir şeydir.

Peygamber’in (Sav) bir şeyi terk etmesi onun Haram olmasını gerektirir mi?

Bununla beraber Efendimiz (Sav) bir takım şeyleri belli maslahata binaen yapmazdı. Buna birkaç misal olarak;

Efendimiz (Sav)’in Hz Aişe’ye hitaben şu ifadesi: Şayet senin kavminin küfür ile kuvvetli bağı olmasaydı Kâbe’yi yıkar Hz İbrahimin yaptığı esas üzerine bina  ederdim.[5]

Hz. Aişe’nin Efendimiz (Sav) Hakkında ki şu ifadesi: Allah Resûlu bazı amelleri insanların yapıp farz olmasından korktuğu için terk ederdi.[6] 

Efendimiz (Sav)’in teravih namazını ümmete farz olur korkusu ile mescitte kılmaması. Daha birçok rivayet bu bahse örnek olarak verilebilir.

Sahabe ve tabiun nesli de Peygamberimiz (Sav)’in terk ettiği şeylerin haram olduğunu düşünmeyip bilakis eşyada asıl olanın ibaha olduğu kaidesini hayatlarında işletmişlerdir. Buna birkaç misal olarak;

Hz. Ebu Bekir’in Kurânı Toplama Hadisesi:

Zeyd ibn Sabit (Ra) hadiseyi şöyle anlatıyor: Ebû Bekir, Yemâme’de şehîd olanların şehîd olmalarından dolayı bana geldi, yanında Ömer de vardı. Ebû Bekir şunları söyledi: Ömer bana geldi ve:

 — Yemâme gününün şiddetli harbinde Kur’ân hafızlarından birçoğu şehîd oldu. Ben diğer harb sahalarında da harbin şiddetli olup Kur’ân hafızlarının şehîd edilmelerinden, bu sebeble de Kur’ân’dan büyükçe bir kısmın zayi’ olup gitmesinden endîşe ediyorum. Binâenaleyh ben senin Kur’ân’ın kitâb hâlinde toplanmasını emretmeni düşünüyorum, dedi.

Ben Ömer’e:

— Rasûlullah’ın yapmadığı bir işi nasıl yaparsın? dedim.

Ömer bana:

— Vallahi bu toplama bir hayırdır, dedi ve bana bu hususta müracaatta devam etti. Nihayet Allah benim göğsümü, Ömer’in göğsünü açmış olduğu iş için açtı da ben de bu işte Ömer’in düşündüğü gibi düşündüm. Ebû Bekir (Ra) daha sonra Zeyd (Ra)’a şunları söyledi:

— Sen genç ve akıllı birisin. Biz seni hiçbir kusurla ittihâm etmiyoruz. Sen Rasûlullah için vahyi yazıyordun. Binâenaleyh şimdi sen Kur’ân’ı tetebbu’ et ve onu bir araya topla! Zeyd buna karşı:

— Allah’a yemîn ederim ki, eğer bana dağlardan bir dağın nakledilmesini teklif etmiş olsalardı, o iş benim üzerime, Ebû Bekr’in bana teklîf ettiği bu Kur’ân’ı toplama işinden daha ağır olmazdı. Sizler Rasûlullah’ın yapmadığı bir işi nasıl yapıyorsunuz?

Ebû Bekir:

— Allah’a yemîn ederim ki, bu hayırlı bir iştir, dedi ve Ebû Bekir beni teşvik etmeğe ve bana müracaat etmeye devam etti. Nihayet Allah, Ebû Bekir’le Ömer’in göğüslerini genişletip akıllarına yatırdığı bu işe benim de aklımı açtı ve gönlümü ferahlandırdı da ben de bu işi onların gördüğü gibi gördüm. Bunun üzerine ben de Kur’ân’ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu hurma dallarından, inceltilmiş deri ve bez parçalarından, ince taş levhalardan ve hafızların ezberlerinden toplamağa koyuldum.[7]

Hz. Ömer’in Teravihi Cemaatle Kıldırması:

Hz. Ömer (Ra) kendi hilafeti döneminde sahabenin Teravih namazını ayrı ayrı kıldıklarını görünce, “Bu cemaâti bir imamın arkasına toplasam daha güzel olur.” Dedi. Daha sonra onları Übey bin Ka‘b (Ra)’ın arkasında topladı ve onlar namaz kılarken yanlarına gidip, “Bu ne güzel bidattır” dedi.

Hz Osman’ın Cuma Günü Dış Ezanı Eklemesi

Said bin Yezîd (Ra) şöyle anlatır: Cuma günü ezanın ilki Peygamber (Sav) ile Ebû Bekir (Ra) ve Ömer (Ra) zamanlarında imâm minbere oturduğu vakit başlardı. Osmân halîfe olduğu vakit Zevra denen bölgede üçüncü ezanı (Yanı dış ezanı) ziyade etti.[8]

Bu rivayetlerden özetle şunu söyleyebiliriz; Efendimiz (Sav) bir takım işleri ve ibadetleri belli maslahatlara binaen terk ettiğine göre yani bütün mubahları yapmadığına göre, sahabei kiramında Allah Resûlu’nun yapmadığı şeyleri belirli kaideler çerçevesinde ziyade ettiğine ve kendilerinden sonra gelenlere bizlerin yaptığı şeylerin dışına çıkmayınız da demediğine göre o halde her yeni çıkan şeye bidat demek usûli açıdan da mümkün olmayacaktır. Her çıkan yeniliği Kur’ân ve sünnet çerçevesinde değerlendirerek bidat mi değil mi olduğuna karar vermek durumundayız. Buna birkaç şeyi misal verebiliriz:

Bir Mezhebe Müntesip Olmak

Selefi cenahdan bir grup mezhebe bağlanmanın bidat olduğunu ve daha ileri giderek müşriklerin babalarını inatçı bir şekilde taklit etmelerine benzeterek şirk ehlinin yaptığını yapmak ile Müslümanları suçlarlar. Fakat söylemlerinin, kıyaslarının neyi gerektirdiğini hiç düşünmezler.

Birinci müşkil: Yapılan kıyasta makıs ile makisun aleyh arasında uçurumdan daha öte bir fark vardır. Şöyle ki makis Müminler, makisun aleyh müşrikler, vechu şebeh ise müşrikleri şirke düşüren şey. Birisi o amel ile şirke düşürken diğeri onlara göre bidatçı oluyor. Kıyas yapıp vechu şebehi makise vermiyorlar. Bu bir kıyas değil muğalatadır. Bu kıyas değil teşbih diyecek olurlar ise, o zaman bu teşbih her ikisinde kanat var diye sinek ile horozu bir birine benzetmek kabilindendir.

Bununla beraber bu hareket kur’ân’ın bir takım ayetlerini alıp bir takım ayetlerini bırakmaktır ki bunu cenabı hak nehyetmiştir. Çünkü Kur’ânı hakim bizlere babalara tabi olmayı emreder. Nitekim Allah azze ve celle Nahl Suresinde şöyle buyurur: Sonra da sana vahyettik ki: Doğru yola yönelerek İbrahim’in dinine tabi ol; zira o müşriklerden değildi.[9]

İkinci müşkil: Bu onların bidat tarifine dahi uymamaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere onlar bidati: “Selef döneminden sonra ortaya çıkan herşey” olarak tanımlarlar. Oysaki taklit selef döneminde de var idi. Selef döneminde taklite birkaç misal verecek olursak:

Hakim Müstedrek’inde ve Taberânî Mu‘cemu’l Evsat’tında Hz. İbn Abbas (Ra)’dan şunu rivayet eder: “Hz Ömer Cabiye denen bölgede bir hutbe verdi ve şöyle dedi: Ey insanlar, sizden kim Kur’an’dan bir mesele sormak istiyorsa Übeyy bin Kâ‘b’a sorsun. Kim Feraiz’den sormak isterse, Zeyd bin Sabit’e sorsun. Kim Fıkıh’tan bir mesele soracaksa Muaz bin Cebel’e sorsun. Kim beytü’l mala dair bir şey soracaksa bana sorsun, çünkü Allah beni beytülmala gözetleyici ve taksim edici yaptı.[10]

İmam Buharî Sahih’inde Hz. İkrime’den şu hadiseyi rivayet eder: Medine ehli İbni Abbas’a Ziyaret tavafını yapmış sonra hayız olmuş bir kadının veda‘ tavafını yapıp yapmayacağından sordular. İbni Abbas onlara tavaf etmeden ehline döner deyince medine ehli İbni Abbas’a “Zeyd’in fetvasını bırakıp senin fetvana tabi olacak değiliz” dediler. [11]

Taklit mevzusu ile alakalı hadisleri burada sıralayıp okuyanları sıkmak istemem. Bu ve daha birçok rivayet için Muhammed Taki Osmanî’nin et-Taklîd Fi Nazariyyeti’ş-Şeria ve Yafiî’nin et’Temezhüp eserlerine bakılabilir.

Netice olarak bu cenahın ne yaptığı kıyas veya teşbih yerinde nede çıkarmış oldukları hüküm yerinde oluyor. Burada bidat sayılabilecek şey Hanefi Şâfi‘ gibi bir mezhebe intisap etmek oluyor. Bununda selef döneminde var olan taklit aslına oturttuğumuz zaman ortada bidat denecek bir durum kalmıyor.

Mevlit

Bir takımları bugün “Mevlit Fatımi döneminde ortaya çıkmıştır, o halde bidattır.” diyerek meseleyi çabucak hallediyorlar. Fakat bunu yapanlar sadece isme takılarak meseleyi yüzeysel inceliyorlar ve hataya düşüyorlar. Meselenin temeline indiğimizde karşımıza iki türlü mevlit çeşidi çıkıyor. Birinci şekil içinde Efendimiz (Sav)’in nehyini barındıran birtakım toplantılar. Her ne kadar muhabbetten dolayı bunu yapsalar da bu toplantılara bidat dememek hakkı söylememektir. Fakat birtakım mevlitler var ki insanlar toplanırlar, Kur’an okunur. Ayet ve Hadisler ile sohbet yapılır ve cemaat dağılır. Bu bidat değildir. Bilakis Kur’an ve sünnetin temel öğretilerine uygun bir harekettir. Tıpkı bir kimsenin her Cuma geçmişlerinin kabrini ziyaret etmesi gibi veyahut her Cuma günü tebliğe çıkması gibi bir adeti olarak değerlendirilebilir. Nasıl ki insanların tayin ettiği günlerde bir takım ibadetleri yerine getirmesini bidat olarak anlamıyorsak hakeza peygamberimiz (Sav)’in doğum gününde Kur’an okumayı adet haline getiren insanların yaptıklarına da bidat diyemeyiz.

Allah azze ve celle en doğrusunu bilir.


[1] İbni Menzur, Lisânü’l Arab, Dâru’l Meârif, I/299.

[2] İz bin Abdis’selâm, Kavâidu’l İhkâm, II/172.

[3] Beyhaki, Menakıbu’ş-Şâfî‘ Mektebetü Dâru’t-Türâs, I/469.

[4] İbnu Kudâme, el-Muğni, Mektubetu’l Kâhira, I/137.

[5] Müslim, (1333).

[6] Buhari, (1128).

[7] Buhari, (4986).

[8] Buhari, (912).

[9] Nahl, (123).

[10] Hakim, Müstedrek (5191), Taberani, el-Evsat (3783).

[11] Buhari (1758).

Hakkında MEŞİHAT

Dini soruların cevap kapısı. İslam'a dair tüm sorularınızı Whatsapp aracılığıyla bize sorabilir; arama kısmından sitemizdeki yüzlerce cevaba ulaşabilirsiniz.

Ayrıca Bakınız

EHL-İ SÜNNET NEDİR? NEDEN MÜSLÜMANLIK İLE BİRLİKTE EHL-İ SÜNNET İSMİNE İHTİYACIMIZ VAR?

Dîni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve onun ashâbının anladığı gibi anlayıp tatbik eden kişiler Ehli Sünnet olarak isimlendirilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir