Bizleri yoktan var eden ve öldükten sonra tekrar hayata döndürecek olan Allah Teâlâ’yı bütün noksanlıklardan tenzih ederiz. İşte bu dünya hayatından sonra henüz diriltilmeden önceki hayata, kabir hayatı denmektedir. Bu aşamaya, dünya ve ahiret alemleri arasında bir köprü mesabesinde olduğundan dolayı berzah alemi de denmiştir. İnsan berzah aleminde de tıpkı ahiretteki gibi dünyadaki amellerine göre muamele görecektir. Eğer dünyadaki amelleri iyiyse kendisini nimetler içerisinde bulacak, amelleri kötü ise kendisini kabir azabı içerisinde bulacaktır.
Biz de bu yazımızda kabir aleminin ne olduğunu, burada yaşanacak olan halleri ve bunları inkâr etmenin yanlış olduğunu “Kabir hayatı nedir? Kabir azabı var mıdır?” gibi başlıklar altında inceleyeceğiz.
Kabir Hayatı Nedir?
İslam, insana vermiş olduğu değerden dolayı öldükten sonra bedeninin gömülmesini emretmiştir. İnsan bedeninin gömüldüğü yere kabir denmektedir. Kabir insanoğlunun dünyadaki son durağı konumundadır. Bununla birlikte kişinin kabir hayatını yaşaması için illa bir kabre konulması şart olmayıp ister yanıp küle dönüşsün ister parçalara ayrılsın kısacası; hangi şekilde olursa olsun kişi mutlaka bu evreden geçecektir.
Kabir hayatı ve halleri diğer bir ifade şekliyle berzah alemi, dünya ile ahiret arasındaki aleme verilen isimdir. Dünya hayatının bitimi ile ahiret hayatının başlangıcı arasında yer alan berzah alemi, ‘kesif cisimlerle soyut ruhlar âlemi’, ‘dünya ve ahiret arasındaki sınır’ manalarına gelmekte ve Kur’an-ı Kerim’de; ‘iki şey arasındaki engel’, ‘hâil, ayırıcı, sınır’ gibi anlamlarda kullanılmaktadır.[1] Kişi öldükten sonra kabre konulduğu vakit bu aleme geçiş yapmış ve kabir hayatı dediğimiz aşama başlamış olur. Bu hayat, yaratılmışların haşrolunacağı, yani tekrar hayat bularak yattığı yerden kalkacağı zamana kadar devam eder. Ayrıca bu hayat; kabirde meydana gelecek sual, kişinin ameline göre nimetlendirilmesi veya azap görmesi ve buna benzer hallerden ibarettir.
Kabir hayatı başladıktan sonra sorgu ile görevli, Münker ve Nekir isimli melekler tarafından kişiye, “Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?” gibi birtakım sorular sorulur. Ancak bu sorulardan yüce peygamberler ve çocuklar muaf tutulmuştur.[2] Bu soruların cevaplarına göre kişi ya nimetlendirilir ya da azap edilir. Nitekim Peygamber Efendimiz ﷺ de şöyle buyurmaktadır:
Kabir, cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.[3]
Ancak birtakım kimseler, kabir azabının varlığını, Kur’an-ı Kerim’de zikredilmediği gerekçesiyle inkâr etmişler ve buradan hareketle kabir hayatı diye bir şey olmadığını iddia etmişlerdir. Biz ise burada kabir hayatının ve azabının varlığına dair birtakım Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifler zikredeceğiz.
Kabir Azabı Var mıdır?
Kabir azabı dediğimiz hadise; kişinin dünyadaki amellerine göre kabirde çekeceği cezaya denir. Ehli sünnet arasında bu konu hakkında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Çünkü varit olan deliller kabir azabının varlığını açıkça belirtmektedir.
Ayet-i Kerimelerdeki deliller:
Bu azap, onların sabah akşam sokulacakları ateştir. Kıyamet koptuğunda, “Firavun ailesini en şiddetli azabın içine atın!” denilecek.[4]
Tefsirlerin çoğuna göre buradaki sabah akşam sokulacakları azaptan kasıt, kabir azabıdır. Çünkü ayetin devamında “Kıyamet koptuğunda, “Firavun ailesini en şiddetli azabın içine atın!” denilecek.” ifadesi geçmektedir ki o zaman bu olayın kıyametten önce olması gerekir. Zaten dünya hayatında böyle bir şeyin gerçekleşemeyeceği açıktır. Sonuç olarak bu olayın dünya ile ahiret hayatı arasında olan bir vakitte olması gerekir ki bu da kabir hayatından başka bir şey olamaz.[5]
Sonunda günahları yüzünden tufanda boğuldular, ardından ateşe atıldılar, kendilerine Allah’tan başka yardımcılar da bulamadılar.[6]
Aynı şekilde tefsirlerin çoğuna göre bu ayet kabir azabına delalet etmektedir. Çünkü (اُغْرِقُوا فَاُدْخِلُوا نَاراً) ifadesindeki “fe” harfi, takip manasındadır. Bu da ateşe atılmanın, boğulmanın hemen akabinde olmasını gerektirir. Bu sebeple bu olayı ahiret azabı olarak anlamak mümkün olmayacaktır.[7]
Hadis-i Şeriflerdeki deliller:
İdrardan sakının, çünkü kabir azabının çoğu bundan (sakınmamaktan) dolayıdır.[8]
Peygamber efendimiz geçerken iki tane kabre denk geldi ve “Bu iki kabir azap görüyor ve büyük bir günahtan dolayı da azap edilmiyorlar (yani küçük günahlardan dolayı azap görmektedirler). Bunlardan birisi idrardan sakınmıyordu; diğeri ise söz taşıyordu.” buyurdu.[9]
Bu iki hadis-i şeriften kabir azabının, dolayısıyla kabir hayatının var olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Burada “Cesedi kaybolan ya da yanıp kül olanların kabri yok ki bunlara azap edilsin” veya “biz kabri açıp baktığımız vakitte hiçbir şey görmüyor ve duymuyoruz o zaman kabir hayatı diye bir şey yoktur” gibi itirazlar yersiz olacaktır. Çünkü kabir hayatı, yani berzah alemi dünya aleminden başka bir alemdir. Rüya alemi veya Ahiret alemi gibi kendisine has birtakım şartları ve dengeleri bulunmaktadır. Dolayısıyla dünyada geçerli olan şartlara ve bir takım fiziki kurallara kıyaslamak yanlış olacaktır.
Buna yaklaştırıcı bir misal olarak şunu söyleyebiliriz: İki kişinin yanımızda uyuduğunu farz edelim. Gayet derin bir uykudalar ve hiçbir hareket belirtisi de yok. Bunlardan biri güzel bir rüyada, insana huzur veren bir bahçede olduğunu görüyor. Diğeri ise bunun tam tersi olarak kötü bir rüyada, birtakım canilerle beraber bir yere hapsedilmiş, üzerine türlü türlü yırtıcı hayvanların geldiğini görüyor. Ancak biz bunlara baktığımızda halleri hala aynı ve hiçbir değişiklik yoktur. Biz “Bunlar görmüyor, böyle bir şey yaşamıyorlar” diyebilir miyiz? Tabi ki de diyemeyiz. Çünkü onlar artık dünya aleminde değil rüya alemindedirler. Yani farklı bir aleme geçiş yapmışlardır.
Netice:
Yukarıda zikrettiğimiz Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şerifler’in doğrultusunda anlaşılmıştır ki kabir hayatı ve azabı vardır. Ancak bu alemden farklı bir alemdir. Bundan dolayı kabir hayatının var olduğuna ve kabir azabının ve nimetinin hak olduğuna inanmakla beraber keyfiyetini İlm-i İlâhî’ye havale etmekteyiz.
İslam İnanç Esasları konularındaki diğer yazılarımızı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
[1] Mü’minûn, (100); Rahman, (20).
[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlmi Kelam, Semerkand, 334.
[3] Tirmizî, Sünen, (2460).
[4] Mü’min, (46).
[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, VII/3155;Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, Darul Fikir, 27. Cüz, IX/67.
[6] Nuh, (25).
[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, VIII/3854;Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, Darul Fikir, 30. Cüz, XI/130.
[8] Dârekutnî, Sünen, I/232, (464).
[9] Buhari, (218).