Aişe (radıyallahu anha)’nın rivayetine göre Rasulullah ﷺ şöyle buyurmuştur: “Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar, önden göndermiş oldukları amellerinin karşılıklarına ulaşmışlardır.”[1]
Müminlerin Annesi: Hz. Âişe (radıyallahu anha)
Hz. Ebûbekir (radıyallahu anh)’ın kızı olan Hz. Aişe, Efendimiz ﷺ’in bakire olarak evlendiği tek eşidir. Annesi Ümmü Rûmân binti Âmir’dir. İnsanların fetvalarına cevap veren fakih sahabîlerden biri olan Hz. Aişe, aynı zamanda çok hadis-i şerif rivayet edenlerden biridir. Kendisinden 1210 hadis-i şerif rivayet edilmiş ve bunlardan 174 tanesini Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmiştir. Hz. Âişe (radıyallahu anha) yaklaşık 65 yaşındayken hicretin 55 veya 58. senesinde Ramazan ayında Medine’de vefat etti.[2]
Kadim kaynaklarda, Hz. Âişe validemizin dokuz yaşındayken Efendimiz ﷺ ile evlendiği beyan edilmektedir.[3] Muasır çalışmalarda, Araplarda kızlarının yaşının buluğdan itibaren sayıldığı, binaenaleyh Hz. Âişe’nin on sekiz yaşındayken evlenmiş olduğu hususunda birtakım deliller serdedilmektedir. Her halükarda şu bilinmelidir ki, müşrikler tarafından haşa sihirbaz, deli gibi olur-olmaz birçok ithamlara maruz kalan Peygamber ﷺ asla böyle bir şeyle itham edilmemiştir. Bu hususta dikkat edilmesi gereken diğer bir mesele Efendimiz ﷺ’in bu evliliği yaptığında elli yaşını geçmiş olmasıdır.
Allah’ın Sevgilisinin Sevgilisi
Efendimizﷺ daima eşleri arasında adaleti gözetmiştir lakin rivayetlerden anlaşıldığına göre Âişe validemiz Efendimiz ﷺ’in en sevdiği eşidir. Efendimiz ﷺ’in bu sevgisi ashab-ı kiram arasında da bilinir; Efendimiz ﷺ’e bir hediye vermek isteyen Âişe validemizin gününü bekler ve o gün verirdi.
Efendimiz ﷺ’in diğer eşleri zaman zaman bu durumdan şikâyet ederlerdi. Bir gün Efendimiz ﷺ’in kızı Fâtıma (radıyallahu anha)’yı Peygamber ﷺ’e gönderip bu şikâyetlerini arz etmesini istediler. Fâtıma (radıyallahu anha) da babasına gidip, “Eşlerin Ebûbekir’in kızı hususunda senden adaletli davranmanı istiyorlar.” dedi. Efendimiz ﷺ ise kızına şöyle buyurdu: “Kızım! Babanın sevdiğini sevmez misin?” Bu gibi tartışmalar Efendimiz ﷺ şu sözleriyle nihayet bulmuştur: “Aişe’yi sevmem hakkında bana eziyet etmeyin. Aişe dışında hiçbir eşimin yanında bana vahiy gelmiyor.”[4]
Efendimiz ﷺ Hz. Aişe validemiz hakkında başka bir vakitte şöyle buyurmuştur: “Aişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü tiridin (Araplar arasında en kıymetli olan yemek) diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.”[5]
Amr b. Âs (radıyallahu anh) başarıyla döndüğü bir seferden sonra Peygamber ﷺ’e en çok kimi sevdiğini sormuş; Efendimiz ﷺ bu soruya, “Aişe’yi.” diye cevap vermiştir. Soru, “Ey Allah’ın Rasulü! Erkeklerden?” diye hususileştirilince Efendimiz ﷺ: “Aişe’nin babasını.” buyurmuştur.[6]
İffeti Kur’an’la Sabit Olan Annemiz
Hz. Aişe validemizin, Efendimiz ﷺ’in diğer hanımlarında bulunmayan bir özelliği, onun iffetinin Cenab-ı Hak tarafından Kur’an-ı Kerim’e konu edilmesidir. Aişe validemiz, tıpkı İsâ (aleyhisselam)’ın annesi Meryem validemiz gibi, kendisine atılan iftiralardan ayet-i kerimelerle tebriye edilmiştir.
Aişe validemizin başına gelen meşhur ifk hadisesi Cenab-ı Hakk’ın Aişe validemizin iffeti hakkındaki şu beyanlarıyla sona ermiştir: “O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?”[7]
Hz. Âişe Validemizin Bazı Rivayetleri
Aişe (radıyallahu anha)’nın rivayetine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Kabir azabından sana sığınırım, Mesih deccalin fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım. Allah’ım, günah işlemekten ve borçtan sana sığınırım.”[8]
“Gücünüz yettiği kadar amel edin. Allah sevap vermekten usanmaz lakin siz amel etmekten usanırsınız.”[9]
“Hafız olduğu halde Kur’an okuyan kimse seçkin meleklerle beraberdir. Zorlanarak Kur’an okumaya çalışan kişi için ise iki kat ecir vardır.”[10]
Hz. Aişe validemiz anlatıyor: “Resûlullah ﷺ, Allah yolunda savaş hali dışında, ne bir kadına ne de bir hizmetçiye eliyle vurmadı. Kendisine kötülük yapan kimseden intikam almaya kalkmadı. Yalnız Allah’ın yasak ettiği şeyler çiğnenince, o yasağı çiğneyenden Allah adına intikam alırdı.”[11]
Ölülere Sövmeyin
Hadis-i şerifte geçen, “Ölülere sövmeyin!” ifadesi, “Ölülere lanet etmeyin; ölümlerinin ardından onlara kötü sözler söylemeyin.” demektir. Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi küfür üzere öldüğü kesin sabit olan kimseler bu kaideden istisna edilebilir. Efendimiz ﷺ ölülerin ardından kötü konuşmamak gerektiğini beyan ettikten sonra bunun sebebi sadedinde, “Zira onlar göndermiş oldukları amellerin karşılıklarına ulaşmışlardır.” buyurmuştur. Yani şayet onlar sizin andığınız gibi facir, fasık yahut kâfir kimseler ise zaten Allah ﷻ onlara bu amellerin karşılığını vermektedir. Dolayısıyla sizin onlar için yapacağınız lanetin bir anlamı yoktur. Şayet onlar, lanetle anılmayı hak etmeyen salih kimselerdiyse de sizin lanetinizin onlara bir zararı dokunmaz. Zira onlar yapmış oldukları salih amellerin karşılığını bulmuşlardır. Bu durumda ölülerin ardından konuşmak dünya ve ahirete fayda sağlamayan malayani kapsamına girer ki bu hususta Efendimiz ﷺ şöyle buyurmuştur: “Kişinin dünya ve ahiretine fayda sağlamayan şeyleri terk etmesi elbette onun Müslümanlığının güzelliğindendir.”[12]
Ehlisünnet uleması, Yezid b. Muaviye gibi zulmü sabit olan kimselere bile şahsen lanet edilmemesi; lanet edilecekse ayet-i kerimede de geçtiği üzere, “Bilin ki, Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olacaktır!”[13] şeklinde umumi olarak lanet edilmesi gerektiğini beyan etmiştir.[14]
Küfrü sabit olanların, küfrü sabit olduktan sonra imanı bilinmeyip İslam’a zararı dokunanların, hadis uydurma yahut bidat fikirleri dine sokma gibi işleri sebebiyle İslam dinine zararı dokunanların diriyken de ölüyken de haklarında kötü konuşmakta bir beis yoktur. Zira burada İslam dininin muhafazası vardır.
[1] Buhârî, (1393).
[2] Bedrüddîn el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, Dâr-u İhyâi’t-Türasi’l-Arabî, I/166.
[3] Zehebî, Siyer-u A‘lâmi’n-Nübelâ, Müessesetü’r-Risâle, 1985, II/135.
[4] Buhârî, (2581).
[5] Buhârî, Enbiyâ, 33.
[6] Buhârî, (3662).
[7] Nur, 11-12.
[8] Buhârî, (832).
[9] Buhârî, (1970).
[10] Buhârî, (4937).
[11] Müslim, (2328).
[12] Tirmizî, (2318).
[13] Hud, 18.
[14] Aliyyü’l-Kârî, Davü’l-Meâlî, Dâru’l-Mâruf, 2019, s. 125-128.
Bir yorum
Pingback: Sövmek caiz midir? | Kafire küfür etmenin hükmü nedir? - Meşihat