Günümüzde en çok saldırıya uğrayan İslâmî meselelerimizden biriside hiç şüphesiz mezhep meselesidir. Ancak mezhep meselesini diğer meselelerden ayıran özellik şudur ki; mezhep meselesini savunan ehl-i sünnet kardeşlerimizin bir çoğu yanlış metod ile savunuyor.
Bir dâvâya yapılabilecek en büyük kötülük onu yanlış savunmaktır. Mezhep inkarcısı kişiler, ‘Efendimiz ﷺ zamanında mezhep yoktu, sonradan türedi’ diyorlar. Maalesef bahsettiğimiz Ehl-i sünnet kardeşlerimizde ‘peygamberimiz ﷺ zamanında mezhep yoktu’ diyorlar. Fakat bu iki söylemin farkı şu ki, Ehl-i sünnet olan kardeşlerimiz ve hocalarımızın ciddi bir kısmı “efendimiz ﷺ zamanında mezhep yoktu, çünkü mezhebe ihtiyaç yoktu. Sahabeler akıllarına bir soru takıldığında gidip efendimize ﷺ fetva soruyorlar, doğrudan fetva alıyorlardı” diyorlar.
Bu soru ilk bakışta mantıklı gelsede bu kardeşlere soruyorum; 124 bin sahabenin her an efendimizi ﷺ bulup fetva sorması mümkün müdür?
Bırakın 124 Bin sahabeyi sadece arabistanda hattâ sadece mekkedeki sahabelerin bile her an Peygamberimizi ﷺ arayıp bulup fetva sormaları mümkün müdür?
Öyleyse mezhepler konusundaki ezberleri bozmaya başlayalım!
‘Peygamberimiz Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm zamanında mezhep yoktu’ derken burada taşı doğru yere koyabilmek için sahabe toplumuna bakmamız gerekiyor. ‘Peygamberimiz ﷺ zamanında mezhep yoktu’ iddiasına göre ne kadar sahabe varsa hepsinin müctehid olması, hiç birinin diğerini taklid etmemesi gerekir. Yani bu iddia şu demektir: ‘Bütün sahabe, kendileri doğrudan kitap ve sünnetten hüküm çıkarıyorlardı ve öylece uyguluyorlardı. Yani sahabenin tümü müctehid idi, aralarında hiç mukallid yoktu’. Peki bu iddiayı sahabe toplumuna uygulayalım bakalım, sonuç böyle mi çıkacak…
Sahabe alimleri yani kendilerine fetva sorulan, içtihadda bulunan sahabe alimleri acaba kaç kişi idi ? Fâkih yani fıkıh’ta üstad olan sahabiler dendiği zaman ilk önce akla 7 (yedi) kişi gelir. Bu yedi kişiden ikisi Hz. Ömer ve Hz. Ali. Üç tane de Abdullah’ımız var: Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes’ud. Bir de genç bir sahabi vardı, Zeyd b. Sabit. Annelerimizden de Hz. Aişe vardı. Yani fıkhî konularda ictihad eden sahabiler, fakih sahabiler dediğimiz zaman bu yedisi akla gelir. Birde bunlar kadar olmasa da orta seviyede ictihad edenler var. Onlar da yirmi-otuz civarındadır. Bunlardan başka ömründe sadece tek ictihadda bulunmuş olanlar ya da iki ictihadı bize gelmiş olan sahabilerde var. Bunların hepsini topladığımız zaman 162 kişi ediyor.
Şimdi ikinci soruyu soralım: Sahabe toplumunun nüfusu acaba kaç bin idi? Nüfusu ne kadardı? Yuvarlamayla bir rakam söyleyelim, 162 bin olduğunu düşünelim ki sadece veda haccına ve hutbesine katılanların 120 bin olduğu söyleniyor. Bir de hacca gidemeyenler var. 150 ile 200 bin arasında olduğunu tahmin ediyoruz biz.
162 bin olarak alalım. 162 tane müctehid sahabe
olduğuna göre -o da tek ictihadı olanı bile sayarsak- o zaman ‘sahabe içerisinde müctehid oranı binde bir idi’ diyebiliriz. Yani bin sahabiden bir tanesi ancak müctehid idi. Geri kalan dokuz yüz doksan dokuzu mukallid idi ki onlar bu müctehid sahabilerden birine meselesini soruyor ve amel ediyordu. Dikkat edin, biz tek ictihadı olanı bile saydık. Normalde belki müctehid sahabe sayısı 30 veya 40 civarında kalır. Öyle görüldükleri yerde acaba burada dinimizin hükmü nedir diye kendisine soru sorulan otuz, bilemediniz kırk civarında sahabi ancak vardır. Ama biz peygamberimiz ﷺ zamanında mezhep yoktu diyenlerin hesabına gelir belki diye hesabı geniş tuttuk, yüz altmış iki dedik. Yüz altmış iki bin nüfuslu sahabe toplumunda yüz altmış iki tane müctehid var. Yani müctehid sahabilerin, mukallid sahabilere oranı binde bir olmuş oluyor. Dikkat ediniz, bu sahabilerin tümü Arapçayı biliyor Kur’ân-ı Kerîm inerken vahye şahid olmuş.
Resûlullah Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm’ın hayatını görmüş, onunla beraber oturmuş, konuşmuş, O’nu, onlar bizzat gözleri ile görmüş. Buna rağmen sahabe toplumunda müctehid oranı binde bir olmuştur.
Hatta biz hesabı biraz daha gerçeğe uygun şekliyle söylesek belkide bu oran beş binde ya da on binde bir olur. Sahabe toplumunda bir müctehide (fetvâ veren) karşılık 999 mukallid (fetvâ verenin fetvasına güvenerek amel eden) bulunduğuna göre mezheb bid’at olamaz. Peygamberimiz ﷺ zamanında mezhep yoktu da denemez. 999 kişi gidip o kişilerden birine meselesini soruyor ve daha da inceleme ve araştırma yapmadan onunla amel ediyordu. Biz ne yapıyoruz ? Mesela İmam-ı Âzâm’a soruyoruz. Ya da İmam Şâfiî’ye soruyoruz. Bizim yaptığımızın sahabenin yaptığından ne farkı var ki bizimki bid’at oluyor. İşte görüyorsunuz ‘mezheb bid’attır’ iddiasının sahabe toplumuna oturan hiçbir tarafı yok.
Sahabe müctehidlerinden mesela Abdullah b. Mes’ud hac’dan dönerken çölde oturanlardan birisi ona bir soru sormuştur, nikahla ilgili. O da filan kişiyle nikâhlanman caizdir, cevabını vermiş. Kendi ictihadı ile tabii ki. Medine’ye geldikten sonra biraz araştırmış, meğer söylediği fetva yanlışmış. Bunun üzerine geri o çöle dönmüş. Bilmem kaç gün yol gitmiş. O adamı bulmuş ve “ben o konuda yanlış cevap vermişim, senin bu kadından ayrılman gerekir” demiş ve onları ayırarak tekrar Medine’ye dönmüştür. Şimdi o çölde soru soran kişiye Abdullah b. Mes’ud, “Kur’ân-ı Kerîm var, Peygamberimizin ﷺ Sünneti var, ona bak, kendin ictihad et ve kendi ictihadınla amel et” dememiştir. Sahabenin cevaplarında böyle bir ifadeye rastlamazsınız. Yani sahabenin büyük çoğunluğu az sayıdaki sahabe âlimini taklid ediyordu. Şimdi güya bizimkiler “elimde Kur’ân var, bir de Sünnet var, yeter” diyorlar.
Abdullah b. Mes’ud öyle demedi ama.
Yani bunların dediğini sahabe dememiştir. Sahabenin yaşantısı bunların dediği gibi değildi. Mezhebin bid’atle hiç ilgisi yoktur. Sahabe toplumunda bile çok az kişi müctehiddi. Mezhep Peygamber efendimiz ﷺ döneminde de varlık olarak mevcuttu, Sadece “Mezhep” diye isimlendirilmiyordu, bid’at / türedi değildi. İsmi sonradan çıkmış olabilir. Hiç önemli değildir. Mesela Peygamber efendimiz ﷺ zamanında Kur’anı Kerim’i okuma ilmi demek olan Tecvid ismi olmadığı gibi Tecvid isminde bir ilim de yoktu ama Kur’ân-ı Kerîm’i güzel okuyup öğretme vs. var idi. Tecvid diye bir isim sonradan konulmuştur. İsminin sonradan konulmuş olması kendisininde sonradan olduğu anlamına gelmez.
Evet Peygamber Efendimizin ﷺ şahsının bir mezhebi yoktu ancak Efendimiz ﷺ zamanında mezhep vardı.
Nitekim Peygamber Efendimiz ﷺ hangi mezheptendi demek ‘genel kurmay başkanı hangi bölüktendir?’ demek gibi saçma bir soru olur.
Gayret Bizden Tevfik Allah’tandır…